31 Aralık 2022 Cumartesi
Boards Of Canada / Music Has the Right to Children (1998)
17 Ağustos 2022 Çarşamba
Shania Twain - Come On Over (1997)
Ayrıca ilk defa bir müzik dükkanı girip satın aldığım albüm olması ile de bendeki yeri bir başka.
Ehh malum zamanlar, ergenliğin sınırındaki bendeniz, Mtv’de dönen çeşit çeşit kliplerine ve kulağımda yer eden kontralto vokallerine saplanıp (hemşehrisi Celine Dion’dan da bir tık iyi kullanır pestlerini), parça isimlerini tekrarlaya tekrarlaya (yes/no dan ibaret ingilizce ile anlamak ne mümkün) kısa süre sonra albümü satın almanın elzem olduğuna kanaat getirdim. (evet kanaatkar biriyim de) Fakat beynimde yer eden imajı ile hiç alakası olmayan, o güne kadar dinlediğim en güzel parçalarla (ilk defa albüm dinliyor) bezeli bir albüm ile karşılaşacağımı tahmin edemediğimden, büyük şaşırmıştım. Televizyon sesi ile dinlediğin parçaların, kulaklık ile tüm katmanlarını duyabilme hazzı, müziğe olan ilgilimi körükleyen itici güç oldu.
Eh triviasına da gelirsek işin, ikinci albümü The Woman in Me’i prodükte eden sonradan kocası olan Robert Lange (AC&DC’nin Highway to Hell, Back in black ve For Those About to Rock We Salute You albümlerinin de prodüktörü) ile üçüncü albümü olan medar-ı iftiharı Come On Over’ ı kaydeder. Önceki albümün 8 parçalık single listesini 12 parçayla (öehh) egale eden Twain, hemen her single için klip çekmiş. (o kadar albüm kolay satılmıyor tabi) Ha “bu kadar pr bana yapılsa ben de rererörö” der gibi olduğunuzun farkındayım, bu yüzden affınızı istiyorum. Bu albüm sonrası daha çok piyasaya oynasa da neticede hem sesi hem de besteleriyle (kocası ile beraber yaptıkları özellikle) şahane bir sese sahip ve country müziği dünyayı yaymış olması ile Queen of Country Pop yakıştırmasını sonuna kadar hak etmiştir.
Bu arada iş olsun diye albüm övmüş denmesin diye ekleyeyim, öyle ki baştan sona ince ayrıntılarla dolu parçaları (tek tek isimlerini saymak gereksiz) ve gıcır gıcır prodüksiyonu ile (Orjinal albüm 1997 çıkışlı tutunca 1999’da yeniden aranje edilerek international version adıyla tekrar sürüyorlar) bugün bile dinlediğinizde modern ana akım müziğinden pek farklı gelmiyor. İlk iki albümü ile daha sek country icra etmesi üzerine böyle incelikli pop - rock - country harmanını kotarmış olması alamet-i farikasıdır.
Bir elde sözlük bir elde albümün kitapçığı, walkmenin pilleri bitene kadar aylarca döndürüp durmuştum bu albümü ta ki bandı bozup parçaların belirli anlarında (onlar da ezberlenir ya bir süre sonra) yaşanan bozulmalar meydana çıkana dek.
ICG
16 Ağustos 2022 Salı
Mission Impossible II OST
15 Ağustos 2022 Pazartesi
Çivi Saplama Oyunu
11 Ağustos 2022 Perşembe
Tremors (1990)
1 Ağustos 2022 Pazartesi
Demir Tekerlekli Araba
Demir Tekerlekli Araba
14 Temmuz 2022 Perşembe
Londra Camping
Ergenlikle beraber seyrelen tren yolculuklarının yerini alan uzun otobüs, minibüs ve metrobüs seferleri ile, deniz manzarası ve ağaçlardan ziyade yol boyunca gökyüzüne uzanan sayısız betonarme binaları seyreder olduk. İşte o yolculukların çocukluğumdan beri en önemli detaylarından biridir; dört başı mamur Londra Camping. Benzincinin arkasındaki bir binadan fazlasıdır.
Topkapı yönünde karşılaştığımız için, logosu acayip dikkat çekerdi arkasında bulunan karting pistinin ve hiç yarışmamış olsam da “ulan her gün sürsem ben de Villeneuve olurdum” dedirtirdi, Formula 1 hayranı bünyeme. Arabam olsa, her gün önündeki Shell'den benzin alırdım kesin.
Fakat sahipleri, bulunduğu noktaya yapılan onca binanın arasında kaybolup gitmesin diye, revizyona gidip, açık renkli dış cephesini antrasite çevirerek (bir kaç mimari dokunuş ile beraber) ortama ayak sağlamayı başarmış da üzerine Londra Camping yazmayarak, anılarımın üzerine son toprağı da atmış oldular.Geçtiğimiz ay fark ettiğim yeni kromdan helvetica fontlu tabelasıyla anılarım yeniden depreşti ve bunca zamandır hakkında hiç araştırma yapmadığımı fark ettim. Scania’nın 1976 yılında hazırladığı bir belgesel (ilgilenenler için belgesel aşağıdadır) ile eski isminin Londra Camping and Tır Parking olduğu ve hatta o dönem lojistik için önemli bir durak olduğunu öğrendim, tıpkı Limonata’ daki Sakıp’ın babasının bahsini geçirdiği gibi bir yermiş.
Yalnızca benim çocukluğuma özel olmayışı bir yandan iyi gelirken, benden öncekileri de etkilediği mümkün olan ve onlar için de eksilen / yok olan bir anı olması üzücü.
ICG
7 Mayıs 2022 Cumartesi
Michael Jackson Konseri / 23 Eylül 1993
Michael Jackson Konseri
6 Mayıs 2022 Cuma
80'lerde Marvel Çizgi Romanları
80'lerde Türkiye'de Marvel Çizgi Romanları
2 Nisan 2022 Cumartesi
Blue Jean Dergisi
Çizgi romanları bu arayışın dışında tutuyorum. Onlar artık olmazsa olmazlara dönüşmüştü. Haftalık yayınlar bittiğinde eski sayılardan seçki yapıp okuma şansın oluyordu. Bütün hikayeyi bilmene rağmen en ufak bir sorun yaşamadan tekrar tekrar okuyabiliyordun.
Blue Jean Dergisi
Neyse ki kısa süre sonra yeni bir dergi çıktı. Rengarenk, parlak kağıda baskı, üzerinde de tanıdığım, bildiğim tipler. Haftalıktan arttırılanların olduğu kitabın arasından çekilen bir miktar parayla gidip aldım tabi dergiyi. Darı ambarına düşmüş aç tavuk misali bütün sayfaları, en küçük yazılarına kadar okudum. Hatta alt solda, baskıdan kalma CMYK'yı bile okuyup ne olduğunu anlamak için ansiklopedi karıştırmışlığım da vardır.
O dönemde Blue Jean dergisi bizim için bulunmaz bir hazineydi. Dünyanın pek çok yerinden popüler kültür ile ilgili haberleri kolayca elde etme şansına sahip oluyorduk. Bahsettiğim zamanlar bırakın interneti, cep telefonlarının bile olmadığı zamanlar. Bu tip bilgi ve haberlere ulaşmanın kıymetini o dönemin çocukları çok iyi bilir. Sinemalarda gösterime çıkan yeni filmler, müzisyenlerin yeni albümleri, dünyanın pek çok yerinde yapılan konserler vs. Hepsi hakkında dergi sayesinde haberdar oluyorduk. Ha, izleme görme şansımız oldu mu? Tabi ki olmadı. O zamanlarda filmler bile en iyi ihtimalle birkaç ay gecikmeli geliyordu sinemalara. Birkaç yıl sonra izlediğim filmler bile var benim.
Blue Jean bizim bu tip popüler şeylere olan açlığımızı giderme konusunda ciddi bir kaynak olmuştu. Zamanla kendini geliştirip farklı şeylerle de öne çıkmayı başardı. Dönemin promosyon furyasına kapılıp değişik pek çok şey dağıttığını da hatırlıyorum ki bir yaz sayısında verdiği Blue Jean logolu frizbi (frisbee) hala evin içinde bir yerlerde.
29 yıl yayınlandıktan sonra bir ara kapanmış olsa da sonra tekrar yayın hayatına başladığını okumuştum bir yerlerde. Hala yayınlanıyor mu, hala en azından bazı gençlere ilham veriyor mu bilemiyorum. Ama en azından bir kişiyi de olsa etkilediğine eminim.
1 Nisan 2022 Cuma
Kaymaklı Leblebi Tozu
Kaymaklı Leblebi Tozu
24 Mart 2022 Perşembe
Perma Kabusu
Perma
17 Mart 2022 Perşembe
Kan Sporu / Bloodsport (1988)
Kan Sporu
16 Mart 2022 Çarşamba
Dido
Dido
15 Mart 2022 Salı
Hokuto No Ken
Biz o zamanlar Hokuto No Ken'den filan anlamıyoruz tabi. Dempsey and Makepeace, Mavi Ay vs izleyip plastik poşet, biraz ip ve oyuncak askerden paraşütçü filan yapıyoruz. Hayatın en güzel zamanları. Çocukluğumun geçtiği o küçük kasabanın bütün mutluluk veren imkanlarından faydalanıyoruz özetle. Tabi şimdilerde fena halde faydasız olduğunu düşündüğüm tarafları da var elbet.
Hokuto No Ken
Bu kasabada Linyit işletmeleri var. Tonlarca kömür çıkartılıyor. Hala da çıkartıyorlar ve yetmezmiş gibi termik santrale de omuz veriyorlar. Neyse konumuz sosyal sorumluluk ya da eleştiri değil bugün. O dönem linyit işletmelerine yeni yeni alet edevatlar geliyordu Japonya'dan. Eh bu aletleri kurup çalıştıracak, nasıl çalıştığına dair eğitimleri verecek Japonlar da geliyordu yanında.
Şansıma bu Japonların enteresan tipli olanları ile babam sayesinde tanışmıştım. Hele bir tanesi vardı ki acayip bir elemandı. Adını şimdi hatırlamıyorum tabi. Ama adam çizgi roman okumayı çok seviyordu. Tabi onların Japon versiyonlarını. Ben olmayan ingilizcemle bu arkadaşla anlaşmaya çalışırken birbirimizi tanır hale gelmiştik bir süre sonra. Yolda karşılaşınca filan selamlaşıyorduk.
Bir gün babamın marketine (teheyyy.. söylemesi acayip keyif veriyor da artık market filan hak getire tabi) Japonya'ya döneceğini söylediğine herkes bi üzülmüştü. Garip bir topluluğuz biz. Hemen ısınıp arkasından üzülecek hale çok çabuk geliyoruz. Neyse... eleman giderken bana elindeki tüm Hokuto No Ken mangalarını bıraktı. Tom Miks, Teksas, Zagor, Martin Mystere, Mister No, Örümcek Adam, Süpermen filan değil ha. Bildiğin orijinal Japon mangası. Fena bir durumdu benim için.
Lakin bu Japonların her şeyi ters ya (ya da belki biz tersiz de onlar düz) mangalar da tersten ve sağdan sola gidiyordu doğal olarak. Benim bunu çözmem bir iki haftamı almıştı. Çok sinir bozucuydu ama çizimler enfesti. O kadar ayrıntılı, post apokaliptik ve uzun işleri daha önce hiç görmemiş biri için onlarca kitaptan oluşan bir set gerçekten de tam bir ziyafet niteliği taşıyor.
Üzerindeki yazılardan sadece Jump Comics'i okuyabiliyordum ki o da zaten İngilizce yazılmıştı. Onun dışında anlam veremediğim karalamalarla doluydu içi benim için. Ama günlerce hatta haftalarca büyük keyif alarak okumuştum onları. Hala buralarda bir yerlerde kalan birkaç kitap olmalı.
Bu arada bu Hokuto No Ken (ki Fist of the North Star olarak da ortalıkta dolanıyor) anime olarak da hayatımıza girmiş. Türkçe altyazılı hallerini internette bulabilirsiniz. Animesi, mangaları kadar etkili değil ama yine de izlenmeye değer.
Hey gidi günler heyy..
14 Mart 2022 Pazartesi
Lupin Sansei: Pandora no Isan
Diğer ikisi Contra ve Chip'n Dale gibi daha önce defalarca oynanmış oyunlarken, gerçekten de biri daha hiç görmediğim bir oyundu. Hatta daha önce hiç karşılaşmadığım oyun mekaniklerinden ile fevkalade etkilenmiş ama oyunun aşırı zorluğundan sonuna gelememiş olsam da uzun zaman oynayacağım garantiydi. Fakat safça arkadaşıma ödünç verdiğim kaset geri dönmeyince bir daha asla oynayamadığım gibi ismini de unutmuştum zamanla. (hoş muhtemelen Japoncaydı ve hatırlamam mümkün olmayacaktı)
Yıllarca aklıma geldi ve kendi kendime hayıflandım durdum. İnternet gerçek bir bilgi cenneti olmaya başladıktan sonra her aklıma düştükçe aklımda kalan görüntülerden anahtar kelimeler üretip araştırmalar yapadurdum. Mesela oyunda inventory sistemi vardı, eşyalar topluyordun. 3 karakterden biri siyah şapka takan, zayıf ve sakallı bir adamdı. Hatta gece görüş dürbünü gibi bir detay da vardı.
Bence gayet yeterli bunca bilgiye rağmen kime sorduysam hep farklı oyunlar ile geri bildirimler aldım ve oyun zamanla bende büyük bir saplantıya dönüştü. Birincisi oyunu bulursam geçmişime dair eksik bir parçayı tamamlamanın huzuruna ereceğim sanrısı. İkincisi garip şekilde, sanki oyunu oynamış olsam hayatımın daha farklı olacağı ki bu da kasedi geri vermeyen arkadaş hakkında kötü kötü düşüncelere gark ettiriyordu. Üçüncü ve en acısı, acaba hepsi benim kafamda kurduğum bir hikayeden mi ibaretti.Ve nihayet geçtiğimiz yıl sayısını unuttuğum araştırmaların sonuncunda oyunun yeni bir sürümünü japon klasik listelerinden birinde görmemle, neredeyse 25 yıllık bu tırt gizem son buldu. Oyunun ismi, yapım yılı hatta oyunun browser üzerinde oynanan bir emülasyonuna dahi ulaşabildim. (https://www.retrogames.cc/nes-games/lupin-sansei-pandora-no-isan-japan.html)
Huzura erdim mi? - Ehh, en azından kafamda kurduğum bir hayal ürünü olmaması içimi büyük rahatlattı.
Hayatımı değiştirecek kadar başarılı mı bir oyun mu? - Ucundan bile geçmiyor fakat kaseti geri vermeyen arkadaş hakkında düşüncelerim sabit.
YAZI: ICG
10 Mart 2022 Perşembe
Yağmurdan Önce / Before The Rain (1994)
24 Şubat 2022 Perşembe
Müzik Yelpazesi ve Sezen Cumhur Önal
Müzik Yelpazesi
23 Şubat 2022 Çarşamba
Fright Night (1985)
Fright Night
22 Şubat 2022 Salı
Samantha Fox
Samantha Fox
11 Şubat 2022 Cuma
Transport Tycoon (1994)
Transport Tycoon
10 Şubat 2022 Perşembe
Levent Yüksel / Med Cezir (1993)
Levent Yüksel / Med Cezir
9 Şubat 2022 Çarşamba
Emret Bakanım / Yes, Minister (1980)
Temel hikaye 3 karakter arasındaki durum ve diyaloglarla şekillenir. Genel seçimi kazanmış partiden Bakan olan Jim Hacker, bakanlığın daimi sekreteri Sir Humphrey Appleby ve bakanın özel sekreteri Bernard (soyadını hatırlamıyorum artık:)) arasında koca bir siyaset eleştirilip yerden yere vurulur.
Emret Bakanım / Yes, Minister
İşin güzel tarafı hikayede hiçbir şekilde partilerin adı da geçmez. İngiliz siyasetinin önemli ve karşıt partileri Muhafazakar Parti ve İşçi Partisi'ne göndermeler yapılmakla birlikte direkt olarak yönlendirilen hiçbir şey yoktur. Zaten dizi partiler üstü bir arenada bütün bir siyaset anlayışını eleştirir.
İyi niyetli ve doğruları yapmaya çalışan yeni bakan Jim Hacker, işin kompetanı olmuş karşıt görüşlü Sir Humphrey ile sürekli bir didişme içindedir. Bernard ise her daim ikisi arasında kalmak zorundadır. Çünkü her ne kadar Jim Hacker'ın özel asistanı olsa ve ona sempati duysa da siyasi amiri ve bürokrasi içerisindeki geleceğinin anahtarını elinde tutan Sir Humphrey'e de uzak düşmemek gibi bir mecburiyeti vardır.
Hacker ve Appleby, sürekli olarak birbirlerinin yapmaya çalıştıklarının önünü keserler. Dizinin ana konusu da budur aslında. Bir bakıma da seçilerek ülkeyi yönettiğini sanan Bakanlarla ülkeyi gerçekten yöneten bürokrasi arasındaki güç mücadelesidir.
Tabi bunların arasında kalan izleyici, dizinin her anında kendini gülmekten alıkoyamaz. Emret Bakanım ile ilgili dönemin dergilerinden birinde okuduğum bir makaleden hatırladıklarım bile hala hafızamda duruyor. Öncelikle diziyi hiç kaçırmadan izleyen ünlü kişililerden biri Margaret Thatcher. Dizi 30'ar dakikalık bölümlerden oluşuyor (bir bölüm hariç) ve bölümler bir sahnede hem de seyirci ile çekiliyor. Böylelikle de seyircilerin verdiği tepkiler ve gülme efektleri son derece doğal ve doğru olarak yansıyor.
Bu dizinin ardından daha sonraları Emret Başbakanım adıyla devamı da yayınlanmıştı. Orada da Jim Hacker bir sonraki seçimde Başbakan oluyor ama Sir Humphrey'den bir türlü kurtulamıyordu. Dizinin 2005 yılında ülkemizde de Sayın Bakanım adıyla çekildiğini, başrollerinde Kenan Işık, Haluk Bilginer ve Ali Sunal'ın oynadığını belirteyim. Orijinali kadar olmasa da bizi anlatan bir versiyon olması açısından oldukça başarılı bir çalışma olduğunu da söylemek gerekir.
8 Şubat 2022 Salı
Eti Muzlu Gofret
Çok fazla çeşit ve lezzette gofretler olmasına rağmen, o dönemin çocukları için 80'ler ruhunu en iyi yansıtan gofret hiç kuşkusuz Eti Muzlu Gofret'tir. Gofretinin çıtırlığını, kremasının enfes aromasını övecek değilim elbet. :) Ama bütün gofretler içinde onu özel bir yere koyarım. Günümüzde üretilmiyor olmasına ve en son belki de 30 yıl önce yemiş olmama rağmen tadı hala damağımda.
Çocukluğun en eğlenceli, en keyif veren şeylerinden biriydi benim için Eti Muzlu Gofret. Özellikle yaz aylarında hemen her gün 1 tane gofret yerdim. Kaloriymiş, sağlıksızmış gibi laflar hikaye tabi bizim için. Günde 100.000 kalori harcar bir halimiz vardı. Ne yesek hemen ardından 2 katı fazla kalori yakardık. Çocuktuk, yerimizde duramazdık.
Eti Muzlu Gofret
Bu gofretin enteresan bir özelliği vardı bu arada. Ki yaşıtlarımın pek çoğu da aynı özellikten dolayı almayı tercih ederlerdi. Gofretin kabındaydı özelliği. Hayır hayır, janjanlı, altın sarısı görünümü filan değil. Küçük, hileli ama havalı bir şeydi.
Kolunuza bolca kolonya döküp gofret paketini kolonyalı yüzeye yapıştırıp bir süre beklediğinizde paketin üzerindeki zürafa kolunuza dövme olarak çıkıyordu. Ucuz ve dayanıksız bir dövmeydi ama 80'li yılların basit dünyasında bizim gibi çocuklar için oldukça "havalı" bir durumdu bu. Muhtemelen de cilde filan zararlı bir şeydi ama kim takar tabi onu o zamanlar. Ha bir de yazıların dövme olarak çıkmaması için zürafanın etrafını kesmek gerekiyordu.
Aynı durum biraz saçma olmakla birlikte Çokomilk (ki buna da daha sonra mutlaka değineceğiz) paketlerinde de vardı. Kolunuzda Çokomilk yazısıyla dolaşmak isterseniz zürafa yerine bu paketi de tercih edebilirdiniz. İşin o kadar cılkını çıkarmıştık ki diğer arkadaşlardan daha değişik bir dövmeye sahip olma niyetiyle elimize geçen her paketi kolonya baskı yöntemiyle deneyip duruyorduk.
Neyse ki dönem çabuk bitti de fiziksel görünümümüzü ve sağlığımızı bozmadan bugünlere gelebildik. 3-4 cm kalınlığında ve 14-15 cm uzunluğunda bir gofret ve ona ait paketten bile yeni dünyalar yaratabiliyorduk eskiden. Aklımız temiz, ufkumuz geniş, hayallerimiz her daim yanımızdaydı. Bütün saçmalıklarına, eksikliklerine, yanlışlıklarına, acılarına rağmen güzel günlerdi 80'ler.
7 Şubat 2022 Pazartesi
Kara Kartal / Black Eagle (1988)
Kara Kartal / Black Eagle
6 Şubat 2022 Pazar
Casio Alarm Chronograph
O zamanlarda walkman ile birlikte en öne çıkan aksesuarlardan biri de saatlerdi bizim için. Saat denince de akla sadece Casio gelirdi. Akla ilk gelen filan da değil, tek o gelirdi. Değişik özelliklere sahip birçok Casio saat bulmak da mümkündü. Şimdilerde çeşit sayısı belki de binlerce kat artmış olmasına rağmen o dönemdekilerin hepsi birbirinden farklıydı.
Casio Alarm Chronograph da bu farklı modellerden biri. Belki de pek çoğumuz için ilki. Daha sonra muhtemelen bloga alacağımız GS-12, GR-3, DBC-62 gibi modellerin öncülü, hepimizin büyük bir tutkuyla istediği ve bence Casio'nun medar-ı iftiharı olan bu saatin kendine has, karizmatik ve etkili bir duruşu vardı.
Büyükler arasında tercih ediliyor olması ve bizim kendimizi büyük gösterme çabamızın da buna katkısı vardır elbet. Metal çerçevesi, dijital oluşu, kronografı, ekranı aydınlatma özelliği ve hepsinden önemlisi su geçirmez olması dönem çocuklarının ağzını sulandırıyordu. En azından benim büyüdüğüm o küçük kasabada durum böyleydi.
Benden önce babamda vardı bu saatten. Filmlerde gördüğüm "al evlat, bu saat artık senin" repliğinin gelmesini uzunca bir süre beklediğimi hatırlıyorum. Ama gelmedi işte o replik. Adam saatini seviyordu, diyecek bir şey yoktu. Doğal olarak iş başa düştü. Yıl içerisinde büyüklerden para koparılabilecek bayramlar hemen listelendi. Simit nasıl satılır konusunda ciddi çalışmalar yapıldı. Hangi çizgi romanlar satılabilir hakkında piyasa araştırması tamamlandı ve süreç başladı.
Çizgi romanlarımı satmaya yeltenmedim bile. Saat mi çizgi roman mı sorusuna verecek cevabım çok netti. O nedenle diğer yöntemleri kullanarak saat ulaşmaya çabaladım. Çok uzun sürecek filan diye düşünüyordum. Şimdilerde öyle mi bilmiyorum ama o zamanlarda simit satmak ciddi bir kazanç getiriyormuş. 2 aylık "simitçilik"ten sonra cebimde Casio Alarm Chronograph'ı alacak kadar para biriktirmiştim.
Günümüzde karışık halde ucuz Çin ürünleri satan yerlere Japon Pazarı denilmekle birlikte 80'lerde onların adı 1001 Çeşit idi ki bu konuya daha sonra mutlaka değineceğiz. Neyse, bu 1001 Çeşit'e gidip saatimi aldıktan hemen sonra dükkandan koşarak fırladığımı hatırlıyorum. O kadar heyecanlanmıştım ki yerimde duramıyordum.
Saati koluma takıp tanıdığım herkese gösterdiğimi de hatırlıyorum. Hey gidi günler ve hey gidi Casio Alarm Chronograph...