27 Eylül 2008 Cumartesi

Polaris - Music From the Adventures of Pete & Pete (1999)

Sanırsam pc ekranına boş boş bakma rekoru kırdım. Ne yazacam diye düşündüm bir iki şey karaladım beğenmedim. Boş bakıp düşünüyorum. Arkada bir müzik dönüyor ama ne olduğunun farkında değilim ve saate bakmakta sahur programlarını görünce aklıma geldi. 4 saat team fortress 2 oynayınca böyle oluyor sanırsam. Çok pis yendim gavurları gerçi. Hatta biri bana almanca bayaa sövmüş olabilir bilemiyorum. Yendim de ne oldu onu da bilmiyorum. Peki oyun oynamak yerine ne yapabilirdim. Onu da bilmiyorum. Peki her seferinde bu duygular içerisine girecek miyim? Büyük ihtimalle. Masturbasyon sonrası pişmanlık gibi (Gerçi bende yok öyle bir his. Yoksa var mı? Anaam). Her geçen boş vaktin ardından ağır bir ağıt ve pişmanlık. Daha iyisiyle doldurma çabası? Hmms belki. Ama fazla yoğun değil. Suyu fazla kaçmış ayran gibi. Daha çok pişmanlık ve ardından "amaan yaşa işte" deyip keyfine bakmak. Ama her seferinde olmak zorunda mı bu? Her seferinde kendini kandırıp yaşamaya devam etmek mi gerekiyor? Yoksa buna bir çare bulmak için savaşmak mı? Ya da en kolayı savaşmaya karar ver kıçını dön yat sonra kendini kandır. Herkes mutlu mu? Hmms evet. Arada böyle bir iki deli saçması gibi şikayette bulunup sonra yaşamaya devam etmek. Bünye artık kendi isyan edene kadar. O gün gelinceye kadarda bu albümü dinleyin. Kendisi hayatımda izlediğim en iyi dizinin (çocuk dizi diyenlerin dilleri düğümlensin) soundtrack'i. Hatta bu dizi benim şu anda sahip olduğum espri anlayışı, çevreye olan algım, düşünce yapım vesairenin temeli oluşturmuştur. Pete adlı iki kardeş ile alakalıydı (ikisinin de adı Pete). Dizi de Iggy Pop ve Steve Buscemi bilem vardı. Giriş müziğide efsanedir ne zaman dinlesem içim titrer o günlere dönerim. Ah ulan ah. Eski dvdlerimde olması lazımdı dizi tekrar izleyeyim. O pişmanlık duygularında taa... Küçük Pete gibi olamadım bir türlü. Şaka maka hayat bitiyor lan? Yine geçti birgün oyy.. Fatal error.

25 Eylül 2008 Perşembe

Ben Harper - Fight For Your Mind (1995)

Ahan da delinin teki size. Çocukken Kanun eğitimi almış sonra da gitara geçince alışkanlığından vazgeçmemiş bi adam. Şaka bi yana, gitarı dizlerinin üstüne alıp çalmasıyla meşhurdur. Enteresan ama öyle. Çoğu kimse adamın yaptığı müziği bilmez ama "ha şu gitarı dizlerinin üstüne koyarak çalan eleman" lafını da eder. Bi dolu dostla bi dolu eğlenceli ve keyifli zamanın yandaşıdır bu albüm. Bir kez dinlemek yetmez, arka arkaya defalarca dinlenir. Kadıköy'de, Hisarüstü'nde, Beşiktaş'ta, Beyoğlu'nda biçok yerde dinlenebilir, ben dinledim oradan biliyorum. Harper vakti zamanında konser için de gelmişti Harbiye'ye. Gittik tabi ona da. Konseri anlatamam tabi ama bi iki hareketin de üstünden geçmeden yapamıycam. İlki şimdi tam hatırlamıyorum hangi parçaydı ama sahnede çalanların hepsi sol yumruklar yukarıda pozisyonunda ayağa kalkıp öyle çaldılardı. Bi an etrafta bi dolu insanın yumrukları kaldırdığını gördüm. Gaza geldim. Ama sonra aklıma bu yumruk kaldıran lavukların hepsi yarın gene gerekli adam şekline bürünecek fikri geldi. Gene de kaldırdım yumruğu. Küfür ediyodum o ara etraftakilere. Kurunun yanında yaş da yanmıştır şüphesiz. İkinci hareket de şuydu; eleman parçanın sonunda gitara bariz vurdu ve acayip bi ses çıktı. Sonrasında biz sahneye tekrar gelicek diye 2-3 dakika bekledik, baktık gelmicek toparlandık, çıkışa doğru hareketlendik, o kalabalığın içinde herhalde bi 6-7 dakikada ulaştık çıkışa. Dışarıda bi nefes alıp sakinleşelim derken farkettik ki Ben Harper'ın sahneden inerken gitara verdiği komut doğrultusunda gitar hala o sesi çıkarıyordu. Öyle de bi şok yaşadık işte. Artık gitarı nasıl eğittiyse...

Tanita Tikaram - Ancient Heart (1988)

Bu ablanın sesini ilk duyduğumuzda hepimiz büyülenmiştik. Twist In My Sobriety'ydi şarkısının adı. Öyle bi karamsar havada söylerdi. Albüm kapağındaki gibi sararmış solmuş görüntüler gelirdi insanın aklına. Diğer parçalar da yabana atılır türden değil pop janrı içinde. Ama hep o Twist in my Sobriety alır götürürdü olayı. Uzun zaman olmuş dinlemeyeli. Arşivi karıştırırken buldum tesadüfen. Blog'a biraz daha karamsarlık gelsin istedim. Zaten hava bi gri oluyo bi siyah. Bi de içimiz kararsın işte fena mı? Daha çok kararır mı acaba bu hava? Bi genel karamsarlık hali kapladı içimi bugün. Neyse yahu, dallandırıp budaklandırmanın bi manası yok bu karamsarlığı. Kaldı ki bu albümün tamamı karamsar değil. Sadece adı geçen parça etkiler insanı böyle derinden.

25 EYLÜL

1982 - Memleketin ilk kadın büyükelçisi Filiz Dinçmen Amsterdam'da göreve başladı.
1983 - Maze Prison Escape olarak anılan, İngiltere tarihinin en büyük hapishane kaçışı 38 IRA (Irish Republic Army / İrlanda Cumhuriyet Ordusu) üyesi tarafından gerçekleştirildi. İçeri niye atıldıkları hiç önemli değil, önemli olan tarihin en büyük kaçışlarından birini gerçekleştirmiş olmaları. Alkışlıyoruz.
1993 - Karun Hazinesi New York Metropolitan Müzesi tarafından Türkiye'ye iade edildi. Başvuru, istek kabul ve iade işlemleri için 40 Milyon USD gibi bi para harcandığı belirtiliyor.
1996 - Roma Katolik Kilisesi tarafından kurulmuş olan ve sözde kadınlar için sığınma evi olarak geçen Magdelene Asylum'ların sonuncusu İrlanda'da kapatıldı. Ağır çalışma şartları altında özellikle çamaşır yıkama işleri yaptıkları için Magdelene Çamaşırhaneleri olarak da anılan bu yapı keşke hiç var olmasaydı denilecek kadar çok kötü etki bırakmıştır.
1999 - Memlekette Atlantis'in Çöküşü ve Avalon'un Sisleri romanlarıyla tanınan Marion Zimmer Bradley öldü.
2001 - TEKEL'in Küba ile ortaklaşa kurduğu Türkiye'nin tek puro üreticisi olan TEKA Puro Fabrikası İstanbul'da açıldı. Tescillenmiş marka olarak ürettiği puroların adı CHE'dir. (Ernesto Guevara'ya saygılarımızla... arkasından anca puro üretebildik, hepsi o..)
2003 - Filistin asıllı Amerikalı karşılaştırmalı edebiyat profesörü, teorisyen, aktivist ve İsrail'e taş atan adam Edward Said öldü. Türkçe'ye de çevrilmiş olan bi dolu kitabı vardır. Merak edenler arayıp bulsun ve okusun. (Merak edin, arayıp bulun ve okuyun)
2003 - Japonya'nın Hokkaido adası/bölgesinde 8 büyüklüğünde deprem oldu. 5 Milyon nüfuslu adada gerçekleşen depremin artçıları 5.8 ile 7 arasındaydı. Depremde 482 kişi yaralandı ve sadece 1 kişi öldü. Yaralananların çoğu geç saatlerde olan deprem sırasında cama yakın uyuyan insanlar olduğu belirtildi. 482 kişinin çoğu camların içe doğru patlaması sonucu yaralanmıştı. Komik olan ölen kişinin araba kazası sonucu öldüğünün saptanmış olması. Yani 8 şiddetindeki depremde 5 milyon nüfuslu adada sadece 482 yaralı vardı. (Uzun bi offff çekmek lazım burada. 7.4'ü hatırlar çoğumuz..)
2005 - Vietnam'da Hanoi ve Ho Chi Minh şehirleri arasında işleyen E1 treni kaza yaptı. 13 kişi öldü, 300'e yakın yaralı belirlendi.
2007 - Dünyanın en tanınmış pandomim sanatçısı "Sessiz Sanatın Üstadı" Marcel Marceau öldü.

24 Eylül 2008 Çarşamba

The Sea and Cake - The Sea and Cake (1994)

Yeni blog Kelektika cümle aleme hayırlı olsun deyip siftahı bu güzel albümle açmak istiyorum. "Sene 94 ah ah" demek isterdi gönül ama iki gün öncesini hatırlamakta zorluk çeken bir adam olarak bir o zamanlardan bir bok hatırlamamaktayım. Ama yine de insan düşündükçe eskiler her zaman güzeldir diyebiliyor. En boktan olaylar bile güzel gelir. Belki geçip gittiğine mutlu olduğumuz için belki de bir bok hatırlayamadığımızdan hep neşe ile anılır eski günler (tabii istisnalar her durum gibi burada da mevcuttur). İnsanlar bu yüzden büyümek istemez. İçindeki çocukmuş, hayal dünyasıymış yalandır belki hepsi. Sorumluluktan kaçmaya alışkın olduğumuz için sorumluluk bindikçe eski günler hatırlanır büyük özlem duyulur ve hep çocuk kalsam diye bünye kendini çizgi romanlara, oyuncaklara ıvır zıvıra verir. Tabii bu kötü birşey değildir. Tüm bu bizi sorumluluk almaya iten iğrenç sisteme karşı bir duruştur, bir savunmadır. O da elimizden gittiği anda robota (sayborg, saylon herneyse) dönüşüp Darth Vader ses tonuyla "Yes, master" modunda gezeriz. Geçmişle yaşamak güzeldir ama geçmişte kaybolmamak gerekir. Onu bir nevi panik odası olarak kullanıp boğuldukça içine girip rahat rahat nefes almak için kullanmalıyız. Yoksa bu duman bizi boğar. Böylece "belkiler ve eminsizlikler"le dolu ilk yazıya nokta koymak istiyorum. Albümü de kapaktaki zavallı gibi dırdırdan kafası şişen bünyelere ithaf ediyorum. Hafif rockımsı, jazzımsı, popumsu albümü dinleyin rahatlayın. Hadin.

Supaplex

Dos oyunlarının en şaanelerinden biridir bu Supaplex. Başına oturup saatlerce kalkamadığımızı hatırlarım. Günlerce uykusuz ve sinirli dolaştığımızı. Supaplex'in oynandığı dönemlerde gece yatarken, tuvaletteyken, yemek yerken her an insanın kafasında çözüm yolu araması yapılır. Ordan oraya gidilir, onun altından geçilip mayından kurtulunur. Bazen gözler kayar bunları yaparken ve dışarıdan bakanlar da der ki "hee supaplex oynuyo bu adam". Dos oyunlarını oynamış olanlar mutlaka hatırlayacaklardır bunu. Oynamayanları da biz tanıştırmış olucaz. Şimdiden yiyeceğimiz tüm lafları kabul ettiğimizi belirtiriz. Ama baştan söyleyeyim.. uykusuz kalmaya değer. Oyunla ilgili hiçbir şeyden bahsetmiycem. Bildiğiniz PacMan oyununun geliştirilmiş versiyonudur. Oradan çıkmış olmasına rağmen PacMan'i kat be kat aşmıştır. Bi bu supaplex bi de o lanet olasıca Prince Of Persia yüzünden hayatımızın bi dönemini hakikatten asosyal olarak geçirdik. He iyi bişey değil asosyallik ama insanı geleceğe hazırlaması açısından iyi oluyor. Şimdi hangimiz asosyaliz ki? 

Natalie Merchant - Motherland (2001)

Aaahh ahhh. Aşkların en güzeli işte bu. Albüm kapağına bakın ben de o ara hikayeyi yazayım. Fransa 1947. Savaş bitmiş, Fransa toparlanmaya çalışıyor. Elma ağaçları (Fransa'da elma ağacı yoksa hikayeyi unutun) meyve vermiş ve aşkların en güzeli oturmuş elma ağacının gölgesine, dinleniyor. Önünde sevgilisi için topladığı elmalar. Yuvarlak hatları ile insanın hayal gücüne işliyor. Yaz günlerindeki eski aşklara bi saygı duruşu sanki. Albümün aşkla meşkle benim anlattığım kadar ilgisi yok. Anlattıklarım sadece albüm kapağının hissettirdikleri ve belki yaşattıkları. Hatırlarım da bazen kapı aralıkken gelirdi bu albüm aklıma. Bazen kıpkırmızıyken hayat. Bazen Tuff Tuff The Puff ile otoyolda otostop çekerken. Bazen İzmir'in Kordon'unda. Bazen bi çiçek kokusu gibi yayılır her yana. Bazen Eskişehirde bi sinemada Yağmurdan Önce. Bazen kanatlanmış bi melek. Bazen bütün bi hayata çekilecek rüzgar örtüsü. Bazen kaldırım taşlarındaki huzur. Bazen bi yalnızlık acısı. Bazen bi durgunluk. Bazen sımsıcak bi gülüş. Bazen ağızdan dökülen tek bi kelime. Bazen bi kuzu. Hepsinin toplamında ise bi aşk! Koskoca, kendi kendine sığmayan bi aşk. Ömür yetse binyıllara yayılacak bi aşk. Hayatın fundalıklarında bi aşk. Kurumuş toprağa düşen bi aşk. Bi Tuff Tuff The Puff anlar bu hali bi de belki Cyphre. Bi yalınlıktır aşk. Budur işte bu albümün benim adıma özeti. Uzun yıllara yayılmış bi inanç öyküsüdür, bi tutunma hikayesi...

Goldfrapp - Felt Mountain (2001)

Ahan da Gentleoctopus 70 sonrasını bilmez diyenlere hafif yollu tokat. İngiliz şarkıcı, söz yazarı ve klavyeci Allison Goldfrapp'in şaane projesi. Ablamız Güzel Sanatlar Akademisi'nde okurken takılıyo elektronik, jazz ve fusion olayına. Tricky'nin bi albümünde birlikte eğleniyolar. 2001'de de bu albüm çıkıyo piyasaya. Biz de o yıl tanıştık Allison ablamızla. Önceleri kitabevinde, müzik bölümündeki Jazz rafında duran güzel bi yüzden ibaretti. Ama bi sabah aman dur bari şunu dinleyeyim ukalalığıyla player'a takıldı ve ufak çaplı bi sarsıntı yaşandı. İçe işledi, dengeyi bozdu, karamsarlıktan mutluluğa oradan da gece modlarına sürükledi. Dinledikçe ufku açılır insanın; bazen dağılır, bazen toparlanır ama sıkça tavana vurur. Tavsiyem karanlık ortamda, mum ışığında ele ayndaki albüm kapağını alıp hayallere dalarken dinlemektir. Kapaktaki ayna efekti bi süre sonra bambaşka şeylere dönüşür ve Cyphre'ın deyimiyle saykodelik bi deneyin konusu olur. Ayağa kalkın ve Allison Goldfrapp'i alkışlayın... Celsus kitaplığının gözlerimiz önüne ilk serilişinde yanımızda olan, Kelebekler'de kulübün adı ilk kez ajandaya kazındığında Gamlı Baykuş misali öngörülerde bulunan Mell'e gelsin bu şaane albüm...

24 EYLÜL

1980 - 2 gün önce Irak'ın saldırısıyla başlayan İran-Irak savaşı resmiyet kazandı.
1980 - Led Zeppelin'in davulcusu John Bonham öldü.
1981 - Ermeni militanlar Türkiye'nin Paris'teki Başkonsolosluğunu bastılar. Başkonsolos Kaya İnal yaralandı, güvenlik görevlisi Cemal Özen öldü.
1987 - Çoban Sülo askeri darbe sonrasında resmi olarak siyasete döndü. DYP'nin olağanüstü yapılan kongresinde genel başkan seçildi. (hatırlıyorum da Babam "ben çocukken de bu herif vardı" demişti. Yanda oturan dedem de gülerek "o da bişey mi, ben çocukken bile vardı o herif" dediydi. Şimdi ikisi de rahmetli oldu. Demirel hala var!)
1996 - Klasik Tük Müziği efsanesi Zeki Müren öldü. Memlekette bi an durgunluk yaşandı, artık herşey eskisi gibi olmayacakmış zannedildi. Ama Zeki Müren'i de unuttuk, herşey eskisinden beter oldu. (kapatın artık şu televizyonlarınızı, onun yerine İznik Çinisi ya da Necefli Maşrapa fotoğrafı koyun altına da verin Pink Floyd'u. Moraliniz anında düzelmezse gelin blogda bana laf edin!)
2005 - Rita Kasırgası Teksas ve Louisiana'yı vurdu. Teksastakiler kısa sürede toparlanırken Louisiana'dakiler hala toparlanamadı ki arada da bi dolu kasırga yiyip duruyolar.

Europe - The Final Countdown (1986)

Kim ne diyebilir ki? Sevsek de sevmesek de bu adamlar 80'li yılların efsanelerinden biridir. O zamanları net hatırlıyorum da teheeeyyy, ne günlerdi be! Blue Jean daha yeni çıkmıştı ve şaane bi dergiydi bizim için. Her yerde Europe çalıyordu, The Final Countdown. Millet kırtasiyelere akın ediyordu Top Gun posterlerinden alabilmek için. Enteresan zamanlardı. Joey Tempest mi yoksa John Leven mi daha yakışıklı sorunsalı ile karşı karşıyaydık. Bizim oradaki sinemada Enter The Dragon gösteriliyordu hala ve başrölünde Bruce Lee değil Burjile vardı :) Conan ve Thor elimizden düşmezdi, Atlantis ise başucumuzda dururdu acil durumlarda kullanılmak üzere. Sabahın köründe kalkıp bakkaldan Kaymaklı Leblebi Tozu alırdık. Onu yerken yanında biri varsa mutlaka biri diğerini güldürür ve boğaza kaçan leblebi tozu yüzünden geberircesine gülerek öksürürdük. Ya biz bu blog'u Toplumsal Hafıza blogu gibi bişey yapsak fena olmayacak. Geçmişle ilgili unuttuğumuz ve anca zorlayınca hatırlayabildiğimiz bi dolu şaane anımız var. Europe da bunlardan biri işte. Bilmiyorum, hiç duymadım, tanımam etmem diyenlerin hepsi 90-95 sonrası doğanlardır ki onların da çoğu bilir bu elemanları (ya da ben bilmelerini umuyorum). Diğer blogumuzda paylaştığımız şaane Rock albümlerinin yanından bile geçemeseler de ilk dinlediklerimizden olmaları bizim için özel bi yer edinmelerini sağlıyor. Bırakın artık ben onu dinlemem, bunu dinlemem, benim bi tarzım var ayaklarını, dinleyin işte... :)

23 Eylül 2008 Salı

23 EYLÜL

1987 - Amerikalı Dansçı, Koreograf ve Aktör Bob Fosse öldü.
1988 - Hırvat kaşif Tibor Sekelj öldü.
1996 - Anayasa Mahkemesi, TCK'nın evli erkeğin zina yapmasına ayrıcalık tanıyan maddesini iptal. (eee ne farketti?)
1997 - Cezayir'de İslamcı radikallerin yaptığı düşünülen köy baskını; 200 Ölü, 100 yaralı.
1999 - Nasa Mars araştırmaları için gönderdiği Mars Climate Orbiter ile bağlantının kaybedildiğini açıkladı. (Marslılar çaydanlık olarak kullanıyor olabilir.)
2004 - Jeanne Kasırgası Haiti'yi vurdu. Oluşan sel ve taşkınlarda 1070 Haitilinin öldüğü açıklandı.

Bi de bugün Sonbahar Ekinoksu. Yani Gün ve Gece eşitliği var. Güney yarımkürede de İlkbahar Ekinoksu oluyor doğal olarak. Bizde sonbahar güneyde ilkbahar başlıyor.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Pink Martini - Sympathique (1997)

Teheeyyy, bu blogun güzel tarafı (http://gentleoctopus.blogspot.com/ 'dan farklı olarak) grup hakkında, yaptıkları müzik hakkında bilgi verme gibi bi derdimizin olmaması. Gene de dayanamıyor tabi insan. 1997 çıkışlı bi grup ve albümdür bu. Müziğin 1930'lı yıllara ait Küba Jazz'ı içinden geçiyor olması bi yana vokalist China Forbes'un sesi insanı büyülüyor. Hatırlıyorum da memlekete de gelmişlerdi. E biz de hoşgeldin'e gitmiştik tabi. Acayip eğlendiler sahnede, biz de olduğumuz yerde tabi. Müziği dinlerken insanın hayal kurma isteği had safhaya çıkıyor. Dalıp gidiyorsun uzaklara. Giriş parçası Amado Mio ile muhteşem başlangıç yapıp hız kesmiyorlar hiç. 4.Parça Que Sera Sera'ya geldiğinde öyle içi bi aşkla, huzurla filan doluyor insanın. Hatırlarım da öyle kendi kendineliğe tutulduğumuz zamanlarda 3-5 kişinin bi arada bu albümü dinlediği dönemler vardı. Herkes birbirinden bağımsız halde aynı ortamda bambaşka hayallere dalardı. (o zamanlar hayal diye bişey vardı, şimdi TV ve B.sayar var.) Mutluyduk be eskiden.. ütopyalara inanırdık, kimse kimseyi sorgulamazdı, herkesin en boktan anlarda bile yüzünde bi gülümseme olurdu, en tehlikeli silahımız da inanç'tı. Şimdi bakıyorum da bi bok kalmamış elimizde. Ne mutlu olabiliyor insan ne da anlamlı. Geri dönülmez bi yol değil şüphesiz. Ama tek başına da yapamıyorsun işte. Birilerine "iyi ki varsın" demeyeli uzun zaman olmuş, birileri de sana dememiş uzun zamandır. Ahan da bunları çağrıştırdı işte sabah sabah Pink Martini.

22 EYLÜL

1980 - Lech Walesa liderliğindeki Dayanışma Hareketi kuruluşundan 10 yıl sonra Polonya'da yasallık kazandı.
1980 - Irak, İran'a saldırdı ve çok uzun süren Irak-İran Savaşı başladı.
1984 - Memleketin şaane yerlerinden olan Gökova Körfezinde Termik Santral kurulmasına karşı çıkan köy kadınları eylem yaptılar.
1985 - Fransız Hükümeti sabotaj sonucu batan Greenpeace'e ait Rainbow Warrior adlı gemiyi Fransız ajanlarının sabote ettiğini kabul ederek açıkladı.
1991 - Ölü Deniz Parşömenleri olarak bilinen metinler ilk kez halkla paylaşıldı.
1993 - Uşak Toptepe Tümülüsünde 1965 yılında kaçak bi kazı sırasında ortaya çıkarılıp memleketten fıydırılmış olan Karun Hazinesi gazeteci Özgen Acar'ın Metropolitan Müzesini gezerken farketmesiyle başlayan iade süreci sonlandı ve New York Metropolitan Müzesi Karun Hazinesi'ni Türkiye'ye iade etmeyi kabul etti ve iade gerçekleşti. (Lakin son 5 yılda, Uşak Müzesinde bulunan Karun Hazinesi'ni sadece 769 yabancı turistin gezdiğini de eklemek lazım, Hazinenin tarihi de 2500 yıl öncesine dayanıyor, ben gördüm, insanın hakkaten dibi düşüyor.)
1993 - Tiflis'ten havalanan Transair Georgian Airlines Tu-154 uçağı füze saldırısı sonucu düştü. Uçakta 132 kişi bulunmaktaydı ve 108 ölü kaydedildi. Uçak Ermeni askerleri taşıyordu.
2000 - Bakanlar Kurulu Kopenhag Kriterleri ile paralel olan İnsan Hakları Raporunu kabul etti. (Zaten kriter koymasalar ciddiye alacağımız da yoktu!)
2002 - İsrail birlikleri militanları yakalamak bahanesiyle Gazze'de operasyon düzenledi. Gazze'de düzenlenen operasyonda 9 Filistinli öldü.
2002 - Başbakan Gerhard Schroder liderliğindeki Alman Sosyal Demokratlar genel seçimlerden birinci parti olarak çıktı.

Bu biraz değişik işte...

Hani bişeyler yapmaya çalışıyoruz diye yırtıyoruz ya kendimizi bu da onlara ek bi hareket. Çok fazla sevmediğimiz, belki bazen unutmak için çaba sarfettiğimiz ama ne olursa olsun bizi biz yapanların en başında gelen 80'ler, kendimizi bulmaya başladığımız 90'lar ve hayata küstüğümüz 2000'li yıllara bi tür alt toplumsal (toplamsal da denilebilir) kollektif hafıza denemesi olarak adlandırabiliriz Battlestar Kelektika'yı. İsim malumunuz üzere o çok sevdiğimiz diziden geliyor. Tabi ilk çevriminden. Şimdi ki de şaane olmuş ama çıkış noktamız 80'ler işte. Starbuck'ın (ki o zamanlar Dirk Benedict hayat verirdi kendisine -aynı adam A Takımı'nda da oynamıştır-) her yaptığını o hafta içi oyunlarında yapmaya özen gösterdiğimizi hatırlıyorum, eğlenirdik işte çocuk aklımızla. Kelektika kısmı da her işi bize özgü algılayışımızdan geçiyor. Blog'da neler olacağını biz de tam kestiremiyoruz, bakıcaz artık. Zaman göstericek.