Ergenlikle beraber seyrelen tren yolculuklarının yerini alan uzun otobüs, minibüs ve metrobüs seferleri ile, deniz manzarası ve ağaçlardan ziyade yol boyunca gökyüzüne uzanan sayısız betonarme binaları seyreder olduk. İşte o yolculukların çocukluğumdan beri en önemli detaylarından biridir; dört başı mamur Londra Camping. Benzincinin arkasındaki bir binadan fazlasıdır.
Topkapı yönünde karşılaştığımız için, logosu acayip dikkat çekerdi arkasında bulunan karting pistinin ve hiç yarışmamış olsam da “ulan her gün sürsem ben de Villeneuve olurdum” dedirtirdi, Formula 1 hayranı bünyeme. Arabam olsa, her gün önündeki Shell'den benzin alırdım kesin.
Fakat sahipleri, bulunduğu noktaya yapılan onca binanın arasında kaybolup gitmesin diye, revizyona gidip, açık renkli dış cephesini antrasite çevirerek (bir kaç mimari dokunuş ile beraber) ortama ayak sağlamayı başarmış da üzerine Londra Camping yazmayarak, anılarımın üzerine son toprağı da atmış oldular.Geçtiğimiz ay fark ettiğim yeni kromdan helvetica fontlu tabelasıyla anılarım yeniden depreşti ve bunca zamandır hakkında hiç araştırma yapmadığımı fark ettim. Scania’nın 1976 yılında hazırladığı bir belgesel (ilgilenenler için belgesel aşağıdadır) ile eski isminin Londra Camping and Tır Parking olduğu ve hatta o dönem lojistik için önemli bir durak olduğunu öğrendim, tıpkı Limonata’ daki Sakıp’ın babasının bahsini geçirdiği gibi bir yermiş.
Yalnızca benim çocukluğuma özel olmayışı bir yandan iyi gelirken, benden öncekileri de etkilediği mümkün olan ve onlar için de eksilen / yok olan bir anı olması üzücü.
ICG
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder