8 Kasım 2021 Pazartesi

Dollars / Büyük Vurgun (1971)

Şimdi bu filmin burada ne işi var diye düşünebiliriz. Zira ne 80'lere ne de 90 ve 2000'lere sığmıyor. Daha öncesinden, 70'lerden bir film. Esasen, bu aralar Prime Video dizisi Jack Ryan'a takılıyorum ve dizi bende bir yerinde duramama, sık sık heyecanlanma ve kasıntılı bir merak duygusu uyandırdı. Bu tarz bir durumu yıllar önce 80'lerde de yaşamıştım. Sabah sabah o geldi aklıma da yazayım dedim.

Dollars / Büyük Vurgun (1971)

Filmi 80'lerde izledim ben. Ama ne Türkçe ne de İngilizce olarak. TV karşısına geçip Yunanca izledim. Konuştuklarından en ufak bir şey anlamadım, aradaki kalimera filan gibi bildik lafları saymazsak. Yine de acayip şekilde filmin içine girip heyecandan darmadağın olmuştum.

Öncelikle neden Yunanca izledim. Sık sık 80'lerden bahsediyoruz ya hani, ne kadar değişik ve saçma olduğundan filan.. heh işte o dönemlerde bizim oralarda tuhaf bir şekilde Yunan kanalları çekerdi. TRT 1'de "yayın koptuğunda" bile Yunan kanallarını izlemeye devam edebilirdik. Şimdi çok saçma gelebilir ama o zamanlar büyük bir olaydı bizim için.

Yüksek ihtimalle TRT'de yayının koptuğu bir zamanda olsa gerek, Yunan kanalı açmışız. Şansa da film başlıyor. "İzleyelim bari" dedi babam. Çok önemli bir şeymiş gibi sandalyeyi TV'ye yakınlaştırıp oturdum karşısına. Yazılar çıkmaya başladı. Dollars... Warren Beatty... Goldie Hawn... Directed by Richard Brooks.. gerçekten de okuyup aklıma kazımışım. Onca yıldan sonra hala hatırlıyor olmak da endişe verici.

Diyaloglarından en ufak bir şey anlamadığım bu film beni TV karşısına yapıştırmış, sonuna kadar atlaya zıplaya izlememi sağlamıştı. Şimdi neredeyse hiç hatırlamamama rağmen bana verdiği heyecanı hiç unutamıyorum. Temelde bir çift bankayı soyuyorlardı. Ama ne soymak. La Casa de Papel gibi ince düşünülmüş şekilde ve bir sürü yanlış giden şeye rağmen. Zaten o yanlış giden şeyler atlatıp zıplatıyordu insanı.  Hem de Yunanca olmasına rağmen. :)

Artık çocukluktan mı yoksa filmin gerçekten iyi olmasından dolayı mı bilemem ama günlerce o heyecanı yaşadığımı, filmin tekrarı olur mu acaba diye Yunan kanallarını tarayışımı ve belki videocuda vardır diyerek bildiğim tüm video kasetçileri dolaşışımı bugün gibi hatırlıyorum.

Eh sabah sabah kendini bana hatırlattığına göre yeniden ama bu kez anlayabileceğim bir dilde izlemenin vakti gelmiş demek ki. Eski filmleri seven tayfadansanız, bulduğunuz yerde mutlaka izleyin Dollars'ı. Keyif alacağınızın garantisi var.

6 Kasım 2021 Cumartesi

Hugo Sanchez

Eskiden futbolun futbol olduğu zamanlar vardı. Şanssızlık bu ya ben tam da sonuna yetişebilmiştim. O günlerden beri ciddi anlamda güzel, iyi, keyifli bir futbol izlemek gibi bir şansım da olmadı. Futbol'un kapitalist sistemle yan yana durduğu ama hala kendinden bir şeyler katabildiği 80'lerde işler daha değişikti. Tabi ki o dönemlerde de büyüklerimiz bize "ohhooo futbol eskiden futboldu" deseler de aynı büyükler şimdilerde ortalıkta futbolun hiç kalmadığını görselerdi nasıl hissederlerdi bilemiyorum.

Hugo Sanchez

80'lerin ikinci yarısının başlarında futbol gerçekten de ticari savaşa dönüşmeden hemen önce bir Dünya Kupası izlemiştik. Benim sindirerek izlediğim, maçları kaçırmamak için türlü taklalar attığım Mexico 1986 o günden bugüne izlediğim en iyi Dünya Kupası diyebilirim. 

Kimler yoktu ki o maçlarda. Maradona, Gary Lineker, Emilio Butragueno, Jorge Burruchaga, Karl-Heinz Rummenige, Rudi Völler, Toni Schmumacher, Enzo Scifo, Michel Platini ve tabi ki Hugo Sanchez. Bunlar aklımda kalanlar tabi. Kendimi biraz zorlasam daha pek çokları da aklıma gelir ama konumuz benim için o kupanın yıldızı Hugo Sanchez.

Kısa boylu, kıvırcık saçlı, sevimli mi sevimli bir adamdı bu Hugo. Kafayla ve özellikle röveşata ile öyle goller atardı ki şaşkınlıktan ağzımız açık kalırdı. Bir de o golün ardından sevinmesi vardı ki ayrı bir değişiklikti. Adam koşar, ellerini yere koyup havada takla atıp yürümeye devam ederdi.

1986 Dünya Kupasını Meksika kazanamadı ama Hugo Sanchez de Meksika da kupayı hak etmişti. Maradona'nın Tanrının Eli golü efsanesini pek çok kişi bilir ya da hatırlar. O yıl kupayı Arjantin kazanmış olsa da bizim gönlümüzde Hugo Sanchez de kazanmış kadar olmuştu.

Yıllar sonra Eduardo Galeano'nun Gölgede ve Güneşte Futbol kitabında adını tekrar gördüğümde hiç şaşırmamıştım. Çünkü pek çok insanda bende bıraktığı gibi etkiler bıraktığına emindim hep. Galeano, kitabın bir bölümünde Yugoslavya'daki savaşa giden iki Meksikalı gazetecinin Drina köprüsü yakınlarında askerlerle burun buruna gelişini anlatır. Her tarafın ortak bir dile sahip olmaması yüzünden, gazeteciler bir türlü kendilerini anlatamazlar. Albay'ın el işaretlerinden anladıkları ölüme mahkum edildikleri olur. Askerler namlulara mermiyi vermeye başladıklarında gazetecilerin aklına pasaportlarını göstermek gelir. Pasaportları eline alan Albay, vatandaşı oldukları ülkenin adını gördüğünde bağırır; "Meksika... Hugo Sanchez"

Ortam bir anda değişir ve askerlerle gazeteciler sarmaş dolaş hale gelirler. Savaşın ortasında Hugo Sanchez'in adı yetmiştir bazı şeyleri değiştirmeye. 

12 yıl İspanya liginde futbol oynayan Sanchez hala İspanya'nın en çok gol atan ikinci oyuncusu ünvanına sahiptir ve dünyanın en iyi 125 futbolcusu listesine girmiştir. Şimdilerde pek bilinmese de bizim gibiler için büyük anlamı vardır Hugo Sanchez isminin.

5 Kasım 2021 Cuma

Billie Jean / Michael Jackson

İnsanların hayatını değiştiren, hayatına etki eden, alıp bir yerlere götüren pek çok şarkı vardır. Ama benimkiler niyeyse hep böyle, Billie Jean gibi şarkılar. İçlerindeki pozitif enerjiden midir nedir bilmem ama fena halde tavan yaptırıyorlar bana. Superstition, Stayin' Alive, Hit The Road Jack, One Way Ticket  gibi bu beni çarpan şarkıların önünde, ilk sırada da Billie Jean geliyor işte. Son çeyrek yüzyıldaki müzikal zevkimin çerçevesi kesin hatlarla çizilmiş olduğu için etraftaki pek çok insan az önce saydığım şarkıları sevdiğimi duyunca bi garip bakıyorlar. Ben de "baktığınız yer yanlış işte" demekle yetiniyorum.

Billie Jean / Michael Jackson


Nereye, nasıl koyarsınız bilemem ama ben Micheal Jackson'ı ciddi anlamda Pop alanında en üstte görüyorum uzun süredir. Müzikal kalite olarak düşünüldüğünde ve pop kültürü içinde değerlendirildiğine en üstte yer alması hiç de yanlış değil. Tek amaç milyon dolarlar kazanmak olsa bile bu işin hakkını vererek yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Eh, tabi Jackson açısından bakıldığında bir miktar tutku içerdiği doğru olabilir.

Neyse... Billie Jean; canımın en sıkkın olduğu, moralimin yerlerde gezindiği, kendimi kaybettiğim zamanlarda dinlediğimde içimi açıyor. Bunu sağlayan en önemli sebep, doğal olarak, 80'li yıllar. Hatırlayanlar bilirler, çok saçma ve eğlenceli bir dönem olmakla birlikte abuk sabuk ve can sıkıcı pek çok olayın da yaşandığı dönemlerdi. O dönemleri atlatmanın en iyi yollarından biri de bulduğun bir şeylere sıkı sıkıya tutunmaktı.

Ben de Billie Jean'e tutunmuştum. Pişman da değilim. Aradan geçen onca zamana rağmen hala beni canlandırabilme yeteneğine sahip. E böyle bir şarkıyı da unutmamak, peşini bırakmamak gerekiyor. 

80'lerin ortalarında bir yerde, benim de kendimi tanımaya başladığım dönemde bulduğum bir kasetti Thriller. İçinde pop kültürünün izlerine dair çok fazla şey olmakla birlikte Billie Jean de vardı. Ve benim için asıl önemli olan oydu. 

Şimdilerde sıklıkla 80'leri simgeleyen, o değişik günleri hatırlatan, çocukluğun soğuk gecelerini anımsatan bir şarkıya dönüştü tabi. Hüzünle karışık bir mutluluk vermekle birlikte hala en kötü olduğum durumda bile sağımı solumu oynatmama sebep olan özel bir nesne. Herkesin böyle şarkıları olmalı. insanlar tarafından zorlaştırılan hayata tutunma konusunda çok fazla yardımcı oluyorlar.

3 Kasım 2021 Çarşamba

Ökkeş / Muzaffer İzgü


Ökkeş'i hatırlayan var mıdır bilmem. Ama benim çocukluğumun, yani 80'lerin en iyi geçmesini sağlayan yol arkadaşlarından biriydi. Muzaffer İzgü'nün kaleminden çıkma, eğlenceli, fazlasıyla komik ve o zamanlar çok önemsemesek de gerçeklere dokunan, düşündürten bir anlayışa sahipti. Özellikle ilk okumaya başladığım dönemlerde ve sonraki zamanlarda ara ara okuduğum, kendi kendime güldüğüm, neşelendiğim zamanlardı.

Ökkeş / Muzaffer İzgü

Bir çok kitabın aksine, Ökkeş'te, konu ve durum yerine kişi öne çıkıyordu. Oyun dediğimiz kavram kitabın ana kişisiyle birlikte hep yan yana duruyordu. Ökkeş'in yaşadığı maceralar, içinde bulunduğu durumlar ve başına gelenler ise hep yan hikayeler ya da figüranlar gibi görünüyordu.

Okuyan kişinin alacağı / alması düşünülen kıssadan hisseler ise metinlerin içine o kadar güzel yedirilmişti ki bir yandan gülerken diğer yandan olayı tam anlamıyla kavrıyor, benzer şeyler başınıza geldiğinde daha temkinli yaklaşabiliyordunuz.

Eğer çocuk değilseniz ve Ökkeş okumaya kalkarsanız size fazlasıyla saçma gelebilir. Ama bir çocuk için hatta günümüzde etrafı teknolojiyle, videolarla, görsellikle çevrilmiş çocuklar da dahil son derece eğlenceli bir kitap dizisidir. Ağdalı cümlelerle edebiyat yapacağım, insanları etkileyeceğim, insanları güldürürken düşündüreceğim gibi gereksiz hezeyanlara kapılmadan son derece düz ve yalın bir dille yazılmış ama içindeki mizahın kalitesiyle kendi kendine öne çıkabilmiştir.

Kitap okuma sürelerinin, sayılarının ve hatta kitap okuyan kişi sayısının düştüğü son yıllarda eğer bir yerden başlamak isterseniz, Ökkeş kötü bir başlangıç sayılmayacaktır. "Aman yahu çocuk kitabı işte" diye de düşünmeyin sakın. Sanki dakika başı Dostoyevski romanı bitiriyorsunuz da beğenmiyorsunuz. :)

Aşağıya dizinin sıralı listesini eklemeyi ihmal etmeyeyim dedim. Benim dizideki favorilerim Lunaparkta, Balık Avında ve Maçta olanlar. Çocukluğumda en sevdiklerimin arasında hep vardılar. Diğerleri de en az onlar kadar iyiler. Buradaki ayrım sadece sizin benimsemenizle alakalı.

Az önce bir yerden başlamak istiyorsanız dedim ama bunun daha zevklisi kitapları çocuklarınıza okutmak. Onların okurken kendi kendilerine attıkları kahkahaları, kıkırdamaları duydukça siz daha fazla mutlu olacaksınız. Alternatif bir fikir olarak, oturup siz de onlarla birlikte okuyabilirsiniz.

1 - ÖKKEŞ LUNAPARKTA

2 - ÖKKEŞ KURT AVINDA

3 - ÖKKEŞ BALIK AVINDA

4 - ÖKKEŞ KAPICI

5 - ÖKKEŞ İŞPORTACI

6 - ÖKKEŞ BAHÇIVAN

7 - ÖKKEŞ OTOPARKTA

8 - ÖKKEŞ MAÇTA

9 - ÖKKEŞ DOLMUŞÇU

10 - ÖKKEŞ DENİZDE

2 Kasım 2021 Salı

Top Gun Film Müziği


Yakın zamanda gençlerle konuşurken yanlışlıkla "kaset"ten bahsettim. Bahsettiğime de pişman oldum. Hayatlarında hiç kaset görmemiş, ne olduğunu bilmeyen, ne işe yaradığını anlamayan tiplerle uğraşmak zorunda kaldım. Hayır, tamam hiç elinize geçmedi, kullanmadınız filan da kültürel olarak da hiç bir fikriniz yok mu hakkında yahu? Biz de plakları pek görmemiştik ama hiç de yadırgamadık zamanında. Bu yeni dönem gençler bir değişikler yahu. Z kuşağı filan da değiller, daha ötesine geçip "unknown" ya da direkt "error" kuşağı demek daha doğru. Bunların Ctrl + Z'si de yok!

Top Gun Film Müziği


Neyse... 80'lerdeki maceralara devam ediyoruz. Blue Jean dergisi ortalıkta sık dolanırken verdiği haberler ve posterlerle pek çok yönelimi belirliyordu gençler arasında. Dönemin ticari başarı sağlayan ya da sağlayacak filmleri de bu haber ve posterlerde yerini mutlaka alırdı. Tom Cruise, Kelly McGillis ve Val Kilmer'ın baş rolleri paylaştığı Top Gun filmi de bu şekilde kulağımıza çalınmıştı.

Filmden önce filmin müziğini daha doğrusu kasetini dinledik biz. Çünkü o zamanlarda filmler sinemalara geç gelirdi. Hem de öyle 1 - 2 hafta filan değil, birkaç yıl arayla geldiği bile olurdu. Şimdiki halimize şükretmenin ne kadar değerli olduğunu bizim gibi tipler çok iyi bilirler. Buna bir de 56K modem hatırlatması da ekleyeyim, anlayan anlamıştır zaten.

Dönemin parlayan ve yakışıklı yıldızı Tom Cruise ve güzeller güzeli Kelly McGillis hepimizi bir anda etkiledi tabi. Kasetin üstündeki fotoğraf bile bunun için yeterliydi. Bir de kasetin içindekileri duyunca olayın rengi değişmişti tabi bizim için. O zamanlarda çok bilmesek de Cheap Trick, Jerry Lee Lewis, Otis Redding, The Righteous Brothers gibi isimler bulunuyordu soundtrack'te.

Ama hepsinin önüne geçen tek şarkı olmuştu. O da Berlin'in Take My Breath Away'i idi. Şarkı teknik olarak bakıldığına tam tabiri ile "bir cacığa benzemiyor" ama dönemin ruhuna, melankolik ve saçma yapısına fena halde uyuyordu. Hemen hemen herkesin dinlediği ve beğendiği bir şarkıya dönüşmüştü.

Üstüne bir süre sonra da filmi izleme şansına sahip olunca epeyce motive olmuştuk. Ama teknik olarak bakıldığında film de şarkı gibiydi. Propaganda yönü ağır basan, romantik ve saçma. :) Ama güzel günlerdi işte...

1 Kasım 2021 Pazartesi

Zorlu İkili / Dempsey And Makepeace (1985)

Birbiriyle anlaşamayan, sürekli birbirinin üstüne oynayan tipler arasında bir de romantik çekim oluşunca ortaya Dempsey ve Makepeace çıkıyor. Ya da bizde bilinen adıyla Zorlu İkili. TRT'nin kendini kaybetmeden var olduğu dönemlerde yayınladığı eğlenceli, aksiyonu bol, sevimli dizilerden biriydi. Yayınlandığı dönemde pek çok insan tarafından takip edilir, ertesi gün sohbetlerinde mutlaka yerini alırdı.

Zorlu İkili / Dempsey And Makepeace (1985)


Genel olarak acayip eğlenceli bir seriydi Zorlu İkili. Amerika'dan gelen, New York'lu sert polis James Dempsey, İngiliz polis teşkilatının özel bir suç birimine entegre oluyor ve suçluların peşinde kaçmalı kovalamacalı sahnelere imza atıyordu. Tabi dizinin güzel kadın kontenjanını dolduran Makepeace ile yapıyordu tüm bunları.

Birbirlerine tam zıt olan bu iki karakter, izleyenlere eğlenceli dakikalar yaşatıyordu. Özellikle Dempsey'nin İngiliz kültürüne alışma çabaları ve bu sırada muhteşem güzelliği ile Makepeace'in ona laf çarpmaları diziyi eğlenceli yapan taraflarıydı. O kadar basit ama etkili espriler kullanılıyordu ki İngilizlerin Amerikan kültürü ile fena halde dalga geçmesine tanık oluyorduk.

Daha ilk bölümde, havaalanından çıkan ve Makepeace ile tanışan Dempsey, arabayı ben kullanırım şeklinde sert erkek profili çizip, arabanın şoför koltuğuna oturuyor ama İngiliz arabalarında şoför koltuğunun ters tarafta olduğunu bilmediğinden ilk dakikada karizmayı çiziyordu.

Dizi her ne kadar İngiliz tipi espriler içerse de Amerikan kültürünün klasik argümanlarını da sık kullanıyordu. Daha sonra mutlaka bahsedeceğimiz Emret Bakanım ve Emret Başbakanım tarzı İngiliz dizilerindeki soğuk görünen muhteşem espriler burada daha yumuşatılmış haliyle karşımıza çıkıyordu.

Bu arada belirtmeliyim ki bu iki karakter birbirlerine o kadar çok yakışıyorlardı ki hepimiz gerçek hayatta da birlikte olduğunu düşünüyorduk ki 1989 yılında öğrendik ki o yıl Michael Brandon ve Glynis Barber evlenmişler. Az önce kontrol ettim, hala da evliler. Eh, normal.. çok yakışmışlardı zaten :)

Farklı kültürlerin bir arada durma çabası üzerine kurulu dizi 80'li yıllarda bizi epeyce eğlendiriyordu. Muhtemelen şimdi izlesek aynı keyfi de mutlaka alırız. Zamana meydan okuyan diye tabir edilen işlere çok yakın olduğu o zamanlarda da belliydi. Tabi biz o zamanlarda bunu pek düşünmüyorduk.