20 Ekim 2008 Pazartesi

Palace Brothers - Days In the Wake (1994)

Yalnızlık zor birşey. Bazen insanın kendisini diğerlerinden etrafından soyutlayaması iyidir (yapmadığım şey değil). Ama belli bir süre sonra o bile sıkmaya başlıyor. Beni örnek alırsak benim maksimum yalnız kalma günüm üçtür. Sonrasında insan (en azından ben) yanında birilerini istiyor. Msnde o anda kim varsa fazla konuşmamış olsam bile millet ile konuşasım gelir, saçmalarım sonra arkadaş ortamının manyağı olurum. "Hee o mu? İşte o da manyağın teki" hesabııı. Teknoloji de olmasa toptan yalnız kalacam. Bir keresinde yalnız kalmanın dördüncü gününde yalnızlığımı belki giderir diye içerdeki odanın televizyonunu açmıştım. Evde aile varmış gibi bir ambiyans yaratmak istemiştim (bu aralar aile ile ilişki bu kadar zaten). O da bir çözüm olamadı hatta belli bir süre sonra kendimi zavallı ve daha yalnız hissetmeme neden olmuştu. Peki "dışarı çıksana o zaman" diye soranlara "para mı var layn" diye terslerim. O zaman "arkadaşlarını eve çağır" diyene de "uğraşamam hacı yaa" diye tembelliğimi konuşturum. Yani olay yine tembelliğe bağlanıyor. Oradan da ben değilim benim neslim böyle deyip suçu nesile atabilirim. Büyük bir başarı mı? Sanırsam. Zaafların için başkasını suçlamak her zaman iyi hissettirir. Ama bilmiyorum nereye kadar gider böyle. Neyse... Yine herşey gibi yalnızlıktan da zevk alan tabii ki vardır (ben de alırım ama çabuk pes ederim). Hatta zevkinde ötesi yaşam tarzı edinen adamlarda vardır. "Etrafında kimse olmadığında, kimse seni incitemez" hesabııı...

17 Ekim 2008 Cuma

Vaya Con Dios - Vaya Con Dios (1987)

Ne zaman depresif bi hal kaplasa etrafımı bu albüme takılırdım eskiden. Sanki içimi açacakmış gibi. Daha beter ederdi. Sabah sabah dilime takıldı Just A Friend Of Mine, herhalde depresif haller var ortada. Hatırlarım da Kadıköy'ün şirin sokaklarında Kadıköy Kült'üne bulaşmamış ve de onu hiç sevmemiş biri olarak dolaşırken (e o vakit Kadıköy'de ne işim vardı? değişiklik olsun dedik işte, tebdili mekanda ferahlık vardır hesabı, hesap tutmadı ama, neyse bu başka bi hikayenin konusu...) mırıldanırdım sıklıkla. Bi karanlık gelirdi o sokaklar günün ve yazın en aydınlık saatlerinde bile. Yine de sokakların kişiliği, duruşu ve karizması vardı, hakkını yemeyelim. Başka hiçbi yerde göremeyebilirsiniz. Hiç özelliği olmayan, bildik, aşina ve anlamsız sokaklar. Sokakların sakinleri de bildik tipler ve bilmedik, bilmek istemedik tiplerdi. Hala öyle mi bilmiyorum. Uzun zaman oldu görüşmeyeli. Şimdi düşününce ben Kadıköy'ü çok sevmişim de bu kült haline getirilen hareketi pek benimsememişim sanırım. Akmar'la tek bağlantım Ayhan Abi'dir. Barlar sokağında sürekli gittiğim yer yoktur ki 2 sokak ötesinde otururdum. Arada Zincir'e bazen de Karga'ya uğrardık işte. Ama tipler çok komik gelirdi bana. Jane Austen romanlarından fırlayıp kılık kıyafeti modernize ettikten sonra arabeskin içinde kendini kaybedip postmodern sütlaç kıvamına gelmiş insanlarla çevrili olduğunuzu hayal etsenize bi. Siz hayal ediyosunuz bi de beni düşünün, ben bunlarla aynı hayatın içinden geçtim. Herkes kendini bi süperkahraman zannediyodu. Karizmatik bakıcaz diye yere yuvarlananlar bile olmuştur eminim. Amaaaann, onlar da bi kültür işte. Değer verilmesi gereken bi kültür. Enteresan tipler ve enteresan yaklaşımları olduğu geldi de aklıma o nedenle çark ettim birden.

14 Ekim 2008 Salı

Melvins - Bullhead (1991)

Ulan niye şu hayatta bir konuşmada ben son cümleyi söyleyince konu kapanır anlamıyorum. Karizmatik birşeyler söylesemde bari bir anlamı olsa diyorum ama o da olmuyor. Hem babam bana onlar sadece amerikan dizilerinde olur derdi. Ama insan ister bari son söz söylemişken karizmatik bişeyler söylemek. Örnek verecem o da gelmiyor aklıma. Aslında bırak son cümle olarak, normal olarak bile karizmatik bir söz söylememişim. Peki önemli mi karizmatik laflar? Önemli ki bu kadar dert etmişim derim (ikinci bir emre kadar karizmatik kelimesini kullanmak yasaktır). Halbuki küçükkene gerek var mıydı böyle şeylere dostlar? Peki hala var mı? İnsanın kendisi olması yetiyor mu? Ahahahaha bunu diyen saflara albüm kapağında ki gibi bir meyve sepeti yolluyorum. Var kardeşim ihtiyaç var ki millet takıyor maskeler falan. Arz talep eğrisi var ortamda (oh be şu kelimeyi kullandım hayatımda aslında kullanmak içn kastım ama neyse). Yine konuyu buradan hatun milletine bağlayabiliriz. Bize maskeleri bunlar taktırıyor. Onlar olmasaydı şöyle olurdu böyle olurdu deyip gay gay konuşmayacam. Ama biraz insaf gelmeyin üstümüze. Tabii genelede bağlamamak lazım. Bu kadar dönek olmamakta lazım (fikren yaneee). Konudan konuya atlayıp maymun olmamakta lazım. Aslında en güzeli yüzeysel olmak lazım;

-Hatun milleti yapar abi.
-Eyvallah.

-Tepedeki ağaç mı? Allah yarattı.
-Eyvallah.

-Suç ve ceza okudun mu?
-Evet.
-Nasıldı?
-Güzeeel.
-Hmmph. Eyvallah...

8 Ekim 2008 Çarşamba

Slint - Spiderland (1991)

Bugün nereden geldi bilmem ama uçmayı öğrenirken beceremeyip düşen, ölen kuşlar var mı diye düşündüm. Eğer böyle birşey varsa bu kendi beceriksizliğinden mi meydana geliyor, yoksa o daha nerede olduğunu anlamadan aşağıya iteleyen anne yüzünden mi oluyor? Annede genel yargının hatası olabilir. Bilemiyorum. Bir emeklemeden koşma durumu da olabilir. Belki de kuşların hepsi mükemmel birer oluşumdur ve kendilerini yeri atıp yeri kolayca ıskalayabilirler. Peki insanda bu uçma durumu doğuştan gelen bir özellik olsaydı nasıl olurdu? İşin içine psikoloji falan karışsa. Örneğin elemanda uçma korkusu olsa. Bunu binadan aşağı sallasalar o anki ölüm korkusundan doğan refleksle deli gibi kanat mı çırpardı yoksa panik içinde ölecem ölecem diyerekten aşağıya mı düşerdi? Kuşlarda bu psikoloji yok mudur? "Hahaha onlar kuş beyinli oğlum ne psikolojisi, kendi bokunu yer onlar muahahaha" denebilir ama ya varsa. Ben şahsen bu konu hakkında hiçbir yerde iki kelime bişey okumadım. Her kuş doğuştan bir uçucudur. Bu mudur yani? Hiç mi çıkmaz aralarından taşa çakılan? Eğer bu konu hakkında bir iki fikir sahibi insan varsa bana anlatsında öğrenelim. Bugün çok taktım ben bu konuya çok. Belki de bu albümü dinlerken bol bol oluşan düşme ve yukarıya çıkmaya çalıştığı halde her seferinde dibe vurma hissinden dolayı mı girdi bilemem. Ama yukarı çıkmak lazım, kanat çırpmak lazım. Daha fazla düşmeyelim. Hem bende uçma korkusu da yoktu yaa...

5 Ekim 2008 Pazar

İlham Perileri ve İlhami (Sapık Takıntı Kardeşler No:1)

Herkeste var mı bu takıntı bilmiyorum. Bir şeyler yazmaya başlamadan önce ya da yazarken yapmazsam sanki işim ters gidecekmiş, yakaladığım şeyi kaybedecekmişim gibi korkudan üç buçuk atıp altına kaçırmayı vs. önleyici perileriniz var mı?
Misal, iki önceki romanımı yazarken "loop" şekilde Donnie Darko soundtrackinden "Ave Maria" yı dinlemezsem kafayı yiyordum.
Dinleyelim bakalım:
Boomp3.com

Ya da bakınız kafayı sonuna kadar boşaltabilmek için en az bir saat boyunca baktığınız şöyle bir resim var mı? Van Gogh'a ait bu bilmeyen yoktur ya yine de söyleyeyim dedim.



Ya da yine yazarken çok sigara tüketmemek için çubuk krakerleri sigara gibi kullanıp hatta abartarak yoğurt sosu dolu bir kül tablasında bekleteniniz?..