Metis Yayınları’nın 90’lı yıllarda başladığı bilimkurgu
dizisi ile hayatımıza renk geldiğini hatırlıyorum. Yanılmıyorsam her ay 1 kitap
yayınlanıyordu o dönem. Kavram yayınlarının birkaç kitabı ve sürekli sahafları
dolaşarak peşinde olduğumuz Baskan bilimkurgu dizisinin yanına güzel bir ek
olmuştu türü sevenler için. Mümkün mertebe türün önemli, ödüllü ve ilk
sıralarda olan kitaplarını çeviriyor olmaları da ayrı bir keyifti.
Tabi çevrilen ve yayınlanan kitapların hepsinin iyi olmasını
beklemek de doğru olmaz. Yayınladığı dönemde de okuduğum, geçenlerde
kütüphaneyi karıştırırken gözüme çarpan ve yeniden okuduğumda da hakkında
fikrimin değişmediği En Son Kale’den bahsedeyim istedim. İnsanların ve
teknolojisinin haddinden fazla geliştiğini, dünyanın artık yetmediğini ve
evreninin diğer uçlarına yolculukların / yerleşmelerin başladığını düşünün.
Düşünün zira kitapta bu konuyla ilgili birşeyler yok. Yazar asıl konuya çabucak
gelebilmek için bu kısmı, doğru bir kararla, önemsizleştirip geri planda arada
geçen birkaç cümleden anlamamızı sağlıyor. Bir süre sonra insanların bir kısmı
dünyaya geri dönerler, büyük ve yüksek kaleler inşa ederler ve aristokrasinin belki de en uç noktalarından
birini yaşamaya başlarlar. Alt sınıflar ise kendilerine yiyecek temin edip ıvır
zıvır işlerini yapan Köylüler, tamirat gibi tüm teknik işleri gören Mek’ler,
yanlarında gösteriş için dolaştırdıkları Feyn’ler, yer ulaşımında ve bazı ağır
işlerde kullanılabilen Kas Arabaları ile hava ulaşımında kullanılan geveze,
geçimsiz Kuşlar’dan oluşmaktadır.
Asıl hikayenin başladığı bu yerden sonra büyük umutlarla
girdiğim hikayede her iki okumamda da hüsrana uğradım. Yazıldığı ve
yayınlandığı dönemi göz önünde bulundurarak düşünsek bile neden 1966’da Nebula,
1967’de Hugo ödülü aldığını anlayabilmiş değilim. Elbette çeviriden okuyoruz ve
66-67 yıllarını yaşamadık ama onlarca iyi hikaye arasından En Son Kale’nin ödül
alması da garip geliyor hala. Belki de her iki ödülün de verildiği Amerika’da
Amerikalıların bu tarz bir konuya alışık olmamalarıyla ilintilidir bu başarı.
Zira kitabın konusuna dönersek… günün
birinde alt sınıflardan olan Mek’ler durduk yere ayaklanır ve bir bir tüm
kaleleri alaşağı etmeye başlarlar. En
sona kalan kale Hagedorn kalesidir ve kuşatma sorunu burada da baş gösterir.
Doğal olarak duruma anlam veremeyen aristokrat insanlar arasında fikirler,
fikir ayrılıkları ve çözüm önerileri üretilir. Ayrışmalar, ayrılmalar başlar. Temelde
sınıf savaşı, özgürlük, kendi gibi yaşama isteği anahtar kelimelerine sahip
metnin bundan sonrası bırakalım da okumak isteyenlere kalsın.
Oldum olası bilimkurgu ile ortaçağ görünümünün
birleştirilmesini sıcak bakamamışımdır. Birbirine kenetlenemeyen bir durum var
ortada. Elbette bu tarzı sevenler vardır. Kılıçlar, süslü ve bencil
aristokratlar, ezilenler, ayaklananlar ve diğerleri bilimkurguyla birleşemiyor
nedense kafamda. Yanlış anlaşılmasın, genel olarak bu tarz konular işlenir
zaten türün içinde ama daha bir teknoloji, daha bir gelecek havası vardır bence
en başarılılarda. Bilimi ve dolaylı yoldan yakın ya da uzak geleceği
kurgularken insan geçmişin parçalarıyla pek birleştiremiyor. Ben yapamıyorum en
azından ve de keyif alamıyorum.
1 yorum:
https://yadi.sk/d/_Xu4CoeEuQqCi
Yorum Gönder