23 Ağustos 2016 Salı

En Son Kale - Jack Vance

Metis Yayınları’nın 90’lı yıllarda başladığı bilimkurgu dizisi ile hayatımıza renk geldiğini hatırlıyorum. Yanılmıyorsam her ay 1 kitap yayınlanıyordu o dönem. Kavram yayınlarının birkaç kitabı ve sürekli sahafları dolaşarak peşinde olduğumuz Baskan bilimkurgu dizisinin yanına güzel bir ek olmuştu türü sevenler için. Mümkün mertebe türün önemli, ödüllü ve ilk sıralarda olan kitaplarını çeviriyor olmaları da ayrı bir keyifti.

Tabi çevrilen ve yayınlanan kitapların hepsinin iyi olmasını beklemek de doğru olmaz. Yayınladığı dönemde de okuduğum, geçenlerde kütüphaneyi karıştırırken gözüme çarpan ve yeniden okuduğumda da hakkında fikrimin değişmediği En Son Kale’den bahsedeyim istedim. İnsanların ve teknolojisinin haddinden fazla geliştiğini, dünyanın artık yetmediğini ve evreninin diğer uçlarına yolculukların / yerleşmelerin başladığını düşünün. Düşünün zira kitapta bu konuyla ilgili birşeyler yok. Yazar asıl konuya çabucak gelebilmek için bu kısmı, doğru bir kararla, önemsizleştirip geri planda arada geçen birkaç cümleden anlamamızı sağlıyor. Bir süre sonra insanların bir kısmı dünyaya geri dönerler, büyük ve yüksek kaleler inşa ederler  ve aristokrasinin belki de en uç noktalarından birini yaşamaya başlarlar. Alt sınıflar ise kendilerine yiyecek temin edip ıvır zıvır işlerini yapan Köylüler, tamirat gibi tüm teknik işleri gören Mek’ler, yanlarında gösteriş için dolaştırdıkları Feyn’ler, yer ulaşımında ve bazı ağır işlerde kullanılabilen Kas Arabaları ile hava ulaşımında kullanılan geveze, geçimsiz Kuşlar’dan oluşmaktadır.

Asıl hikayenin başladığı bu yerden sonra büyük umutlarla girdiğim hikayede her iki okumamda da hüsrana uğradım. Yazıldığı ve yayınlandığı dönemi göz önünde bulundurarak düşünsek bile neden 1966’da Nebula, 1967’de Hugo ödülü aldığını anlayabilmiş değilim. Elbette çeviriden okuyoruz ve 66-67 yıllarını yaşamadık ama onlarca iyi hikaye arasından En Son Kale’nin ödül alması da garip geliyor hala. Belki de her iki ödülün de verildiği Amerika’da Amerikalıların bu tarz bir konuya alışık olmamalarıyla ilintilidir bu başarı. Zira kitabın konusuna dönersek…  günün birinde alt sınıflardan olan Mek’ler durduk yere ayaklanır ve bir bir tüm kaleleri alaşağı etmeye başlarlar.  En sona kalan kale Hagedorn kalesidir ve kuşatma sorunu burada da baş gösterir. Doğal olarak duruma anlam veremeyen aristokrat insanlar arasında fikirler, fikir ayrılıkları ve çözüm önerileri üretilir. Ayrışmalar, ayrılmalar başlar. Temelde sınıf savaşı, özgürlük, kendi gibi yaşama isteği anahtar kelimelerine sahip metnin bundan sonrası bırakalım da okumak isteyenlere kalsın.


Oldum olası bilimkurgu ile ortaçağ görünümünün birleştirilmesini sıcak bakamamışımdır. Birbirine kenetlenemeyen bir durum var ortada. Elbette bu tarzı sevenler vardır. Kılıçlar, süslü ve bencil aristokratlar, ezilenler, ayaklananlar ve diğerleri bilimkurguyla birleşemiyor nedense kafamda. Yanlış anlaşılmasın, genel olarak bu tarz konular işlenir zaten türün içinde ama daha bir teknoloji, daha bir gelecek havası vardır bence en başarılılarda. Bilimi ve dolaylı yoldan yakın ya da uzak geleceği kurgularken insan geçmişin parçalarıyla pek birleştiremiyor. Ben yapamıyorum en azından ve de keyif alamıyorum.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

https://yadi.sk/d/_Xu4CoeEuQqCi