25 Aralık 2008 Perşembe

the Dandy Warhols - Thirteen Tales From Urban Bohemia (2000)

Bir gün uyandığında kimsenin onu görmediğini farketti. Kimse ona bakmıyordu, herkes omuz atıyordu, tanıdıkları selam vermiyordu. Bir iki gün sonra aynaya bakmak aklına geldi. Yansıma yoktu, kendisi bile göremiyordu artık kendisini. İlk başta korktu (hatta biraz kustu) olanları yadırgadı. Sorular sordu. Uyuz bir insandı (biraz da allahsız). Ama sonunda istediğinin bu olduğunu anladı. Zaten hiçbir zaman sosyal olamamıştı. İlk birkaç gün çok eğlenceliydi. Bu sefer o insanların omuzlarına vuruyordu. Haklıydı. Gerçi 2 saatin sonunda biraz can yakıyordu ama değerdi. İnsanlarla dalga geçiyordu. En sevdiği (favori?) ise insanların ensesine son güç patlatıp sonra kaçmadan gözlerinin içine baka baka onları izlemekti. Hatta olayı abartıp kalabalık sokaklarda çırılçıplak bağıra çağıra koşturmaya başlamıştı. Kadınlar tuvaletine girip kendi deyimiyle "izlenim" yapıyordu. Sapık bir herifti. Sanırsam bir iki hırsızlık olayına da karışmıştı. Tek geçim kaynağı bu da olabilir. Zaten artık işe de gitmiyordu. Kimse arayıp sormadı. Gerçi evine de uğramıyordu artık. Başkalarının yatak odasında yatıyordu. Odada başka yatan, uzanan, sevişen insanlar olsa bile. Aynı evi başka nefeslerle paylaşmak kendine iyi hissettiriyordu. Zavallı bir insandı.
Ne kadar zaman geçmişti hatırlamıyordu. Bütün bu eğlenceler onu yormuştu. Canan ablanın yemek kokusuda baymıştı onu. Evine gitmek istedi ama yolu unutmuştu. Zaten evi çok geride kalmıştı daha nerede olduğunu bile bilmiyordu. Dışarı fırladı. Soğuktu. İnsanlar üstüne üstüne geliyordu. Kendini kaçamayacak kadar yorgun hissetti. Otobüse bindi. Kalabalıktı. 100 kişinin baskısını üzerinde hissetti. Sesi çıkabildiği kadar bağırmak istedi. Ama birşey fark etmeyecekti. Sustu. Kendini dışarı attı. Birkaç gün etrafta amaçsızca dolandı. Aptallaştığını hissediyordu, omuzları çökmüştü. Görmese bile hissediyordu. Şu anda görmek isteyeceği en son şey kendisiydi. Sıkılmıştı görünememekten. İnsan olmayı özlemişti. Farkedilmese de en azından yaşamını sürdürüyordu. En azından ona değer veren bir avuç insan vardı. Mutluydu. En azından şimdi ki halinden daha mutluydu. Ağlamak istedi ama beceremedi. Duygusuz bir insandı. Kaldırıma oturdu. Hayatında ilk defa canı sigara istedi ama yanında yoktu. Bir an için isteyecek insan arandı. Duraksadı ve gülmeye başladı. Ayağa kalktı yola baktı. İşlek bir caddeydi. Heryerden insanlar girip çıkıyordu. Herkes kendi yolundaydı. Arkadaş grupları gülüp eğleniyor, genç çiftler bankta yiyişiyordu. Duraksadı ve iç geçirdi. Hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçmiyordu. Zaten artık fazla bir önemi de yoktu. Dram katmak istedi ama onu bile beceremedi. Caddeden geçen farlara doğru koştururken iki düşünce vardı aklında. Keşke son sözünü söyleyebilecek birileri olsaydı etrafında. Ve cennette de görülebilecek miydi?

24 Aralık 2008 Çarşamba

Architectural Metaphor - Creature of the Velvet Void (1997)

Nasıl başlayacağımı bilemedim yazmaya. Bu kaçıncı denemem bilmiyorum. Bu albümü neden eklemek istediğimi anlatmak istiyorum. Bu gün lanet bir gündü benim için çamurlu bir minibüsün çamurlu camından dışarıya bakarken bütün yüzlerin bana ait olduğunu görmek biraz sarstı beni. Sanki her yerde ben her yerde çamur vardı. Yoldaki kesik çizgilerle bütünleşerek kıvrımlarını yitirdi zavallı beynim. Bir yığın soru sordum kendime ve insanlara dair. Sonra da küfrettim neden müzik dinleme zımbırtısını şarj etmeyi unuttum diye. Bir çok şey daha oldu hepsini unuttum gitti. Cevapsız kalan sorular değil de o yolculuk boyunca müzik dinleyemediğim sinirimi bozdu en çok...

“ ‘Architectural Metaphor’ olsa ne iyi giderdi şimdi” dedim en mazoşist güdülerimle... Aslında grup 1988 yılında kurulmuş ama ilk albümlerini 1994 yılında piyasaya sürmüşler. 1990’lı yıllara kadar Bill Buitenhuys, Paul Eggleston, Bob Foley, Dave Gorril, Barry Canbert, Criss Mogan gibi isimler grupta zaman zaman yer alıp ayrılmışlar. Bill Buitenhuys, Paul Eggleston, Dave Gorril Deb Young ve Greg Kovlowski ile grup son şeklini almış. 1997 yılında çıkan Creature of the Velvet Void, grubun ikinci albümüdür. Spacey ve Saykodelik tarzıyla dinlenmeye değer bir albüm olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de değişik. Karanlıkta yüzmek gibi bir şeyler yaşıyorsunuz dinlerken... Ben hala anlamadım nerelere gidip geldiğimi bu albümle. Umarım beğenirsiniz...