21 Ağustos 2009 Cuma

Ayreon - Human Equation - 1.Bölüm


Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Ayreon sabit yada az değişen enstrümantalistlerden oluşan klasik anlamda bir grup değil. 1960 doğumlu Arjen Anthony Lucassen adlı Danimarkalı multi-enstrümantalist, söz yazarı ve bestecinin birçok projesinden biri ve en ünlüsü. Ayreon’un her albümünde Lucassen dışındaki müzisyenler değişiyor. Ancak genel eğilim bu müzisyenlerin büyük oranda progressive gruplardan olmaları. Lucassen’in Ayreon dışında Ambeon, Star One, Stream Of Passion, Rocket Scientist gibi çok önemli progressive başka projeleri de mevcut.

Ayreon; bu yazının asıl konusunu oluşturan Human Equation albümüne kadar 5 albüm, ondan sonra da 1 albüm yayınladı. Hepsi de konsept albüm (belli bir konunun yada baştan sona bir hikayenin işlendiği) formatındaki bu albümlerde Bruce Dickinson’dan Fish’e, Timo Kolipello’dan Russel Allen’a, Mikael Akerfeldt’den Daniel Gildenlöw’e kadar rock camiasının gerçekten saygın ve kalburüstü isimleriyle çalıştı.
İlk albümü 1995 yılındaki “Final Experiment – A Rock Opera” idi. 4 kısımdan oluşan 15 parçalık albüm Kral Arthur’un büyücüsü olan Merlin zamanında yaşayan (VI.yy.) Ayreon adındaki ortaçağ halk ozanının hikayesidir. 2084 yılında dünyanın sonuna ilişkin görüntüler “zaman terapisi” yöntemiyle Ayreon’un zihnine gönderilir. Bunun üzerine Ayreon kıyametle ilgili şarkılar söylemenin görevi olduğuna kendini inandırır ancak söyledikleri nedeniyle deli olarak damgalanır ve heryerden sürülür. Zamanın büyük büyücüsü Merlin’den yardım ister ancak Merlin Ayreon’un kehanetler konusunda kendinden daha üstün olduğunu görünce ona görme yeteneğini geri vererek zaman terapisini sona erdirmeyi başarır. Fakat daha sonra vicdan azabı duymaya başlar ve aynı yöntemle Ayreon’ın mesajlarını 20.yy.a iletir. Mesajı alan Bay L (Lucassen) bu mesajları yaymaya çalışırken Ayreonla aynı kaderi paylaşır ve deli diye tutuklanırak tımarhaneye kapatılır. Bu albümde baş vokali Kayak grubundan Edward Reekers üstlenmiştir (Kayak grubunun en önemli albümünün 1981 tarihli “Merlin” olması tesadüf değil sanırım).
Benzer tarihsel ve bilimkurgu hikayelerinin işlendiği daha sonraki albümleri ile Ayreon, dolayısıyla Arjen Lucassen rock camiasında çok önemli bir yer edindi. 1996 da çıkan “Actual Fantasy” albümünde de Edward Reekers ile çalıştı. Ancak asıl önemli çıkışını 1998 tarihli “Into The Electric Castle” ile yakaladı. 2 diskten oluşan albümde The Gathering’den Anneke Van Giersbergen ve Marillion grubunun eski elemanı Fish de (saygılar) vokallerde yeralıyordu. Ayrıca Arena ve Pendragon Klavyecisi Clive Nolan ve Gorefest davulcusu Ed Warby de Lucassen dışında öne çıkan müzisyenlerdi.
2000 yılında yayınlanan birbirine bağlı iki albüm “Universal Migrator Part:1 – The Dream Sequencer” ve “Universal Migrator Part:2 – Flight Of The Migrator” du. Şahsen benim müzikal açıdan Ayreon albümleri arasında en beğendiğim albüm bu serinin birincisi, en beğenmediğim de ikincisidir. Belli ki aralarında müzikal farklılık bilinçli bir tercihti ancak The Dream Sequencer’in duygu yoğunluğu ikinci albümde maalesef yakalanamamıştır. Üstelik ikinci albümün baş vokalisti Iron Maiden’den Bruce Dickinson’dur.
Ve 2004 yılına geldiğimizde Lucassen’i “yaşayan efsane” konumuna yükselten “The Human Equation” çıkar. Yine 2 disklik bu çalışma daha önceki bilimkurgu temalı albümlerden farklı olarak sadece tek bir insanla ilgiliydi. Üstelik bu insan bir araba kazası sonucu komaya girmiş ve kendi zihnine hapsolmuştur. Beyninde düşünceler uçuşurken hem kendi fiziksel durumundan kurtulmaya hem de arkasından dönen dolapları anlamaya çalışacaktır. Hastane odasında bir yatakta yatarken en iyi arkadaşı ve karısının kendi aralarındaki konuşmalarına beyninin içinde duygularının seslenişleri de eklenecek ve bütün bu kişi ve duygular kendi aralarında ve kahramanımızla konuşarak onun ölüm-kalım mücadelesinde vereceği kararı etkilemeye çalışacaklardır. Albümde kimler var diye soracak olursanız kimler yok ki derim. Bu kadroyu bir araya topalyabilecek tek kişi Arjen Lucassen’dir ve bir Ayreon albümü dışında birdaha böyle bir olayın gerçekleşmesi mucizelere bağlıdır.

Vokalistler:
Devon Graves (Dead Soul Tribe) – Acı
Devin Townsend (SYL) – Öfke
Eric Clayton (Saviour Machine) – Sağduyu
Mikael Akarfeldt (Opeth) – Korku
Magnus Ekwall (The Quill) – Gurur
Irene Jansen (Karma) – Tutku
Heather Findlay (Mostly Autumn) – Aşk
Marcelo Bovio (Elfonia) – Karısı
Mike Baker (Shadow Gallery) – Babası
Arjen Lucassen (Ayreon) – En İyi Arkadaşı
James LaBrie (Dream Theatre) - Kendisi

Albümde her gün bir şarkı ile anlatılmıştır. İlk diskte 11 ikinci diskte 9 parça yeralmaktadır. Yani kazadan sonraki 20 günlük yaşam mücadelesini anlatan hikayede her parçada kişilerin ve duyguların konuşmalarından adamın geçmişine dair yeni şeyler öğreniriz ve giderek bulmacanın parçalarını birleştirir gibi sona doğru merak içinde yol alırız. Acaba kahramanımız yaşayacak mıdır? Bu sorunun cevabı ise 20. parçada gizlidir.
Aslında hikaye anateması bakımından Quuensryche’ın Operation:Mindcime’ına çok benzemektedir. Operation:Mindcrime’da da dünyayı ele geçirmeye çalışan Doktor X’in yeraltı örgütüne katılıp devrim yapmaya çalışırken kötücül niyetlerin ortaya çıkmasıyla delirmiş Nick’in hastane odasında kafasından geçen düşünceleri, yaşadığı olaylara ait anıları okuruz. Human Equation’da ise içerik biraz daha psikolojik boyuta indirgenmiş, anlatılan şey bir olaydan daha çok kişinin iç dünyasına dönüştürülmüştür. Ayreon’un daha önceki ve sonraki albümlerindeki bilimkurgu-fantastik konulardan radikal bir uzaklaşma olduğu için ben Lucassen’in Operation:Mindcrime’dan bir şekilde etkilendiğini düşünüyorum. Bu bakımdan Human Equation’u müzikal açıdan ziyade konu itibariyle çözümlemek daha doğru olacaktır. Zira müzik tarihinde bırakın böyle bir konuya sahip 2 disklik bir konsept albümü, aşk-meşk işleri dışında birşeylerden bahseden şarkılar bile bulmak giderek zorlaşıyor. Bu nedenle hem sanatçı kadrosunun zenginliği, hem müzikal kalitesinin üstünlüğü hem de işlediği konunun derinliği açısından Lucassen’i kutluyor ve albüme geçiyoruz. (Şarkının adının yanındaki rakamlar şarkıya 10 üzerinden kaç verdiğimi göstermektedir):

1.Gün – “Nöbet” (7/10)
Albüm aynı Operation:Mindcrime gibi tıbbi destek ünitelerinin tekdüze atışlarıyla açılıyor. Sonra alttan gelen çok silik klavyelerin üzerinde bir kadın ve bir erkek acılı bir tonda adamın yaşam belirtisi gösterip göstermediği üzerine konuşuyorlar. Daha sonra komadaki adamın en yakın arkadaşı ve karısı olduğunu öğreneceğimiz bu iki karakter biraz da kafa karıştırıcı bir dialoğa başlıyorlar.

Arkadaşı:Ağlayışımızı duyduğunu düşünüyor musun?
Sence anlayabiliyor mu?
Burada onun başucunda iken.

Karısı:Neden bu kadar endişelisin?
Gerçekten önemsiyor musun?
Yoksa kendini sorumlu mu hissediyorsun?

Bu konuşmaların ardından makinaya bağlı kalp atışlarının ritmi giderek hızlanır ve bir arabanın fren sesine dönüşür.
Parça albüm için mükemmel bir açılıştır. Hem albümün konusunun ne olabileceği hakkında bize genel bir fikir verir hem de ilk şarkıdan itibaren bir merak duygusu uyandırmayı başarır.

2.Gün – “Yalnızlık” (8/10)
Kazanın ardından 2. gün komadaki adam kendine gelmeye başlar ancak haberler onun için hiç de iç açıcı değildir. James LaBrie’nin (DT) kendine has muhteşen sesinden sayıklamaları işitiriz:

Kendisi:Hareket edemiyorum, vücudumu hissedemiyorum.
Hiçbirşey hatırlamıyorum.Burası neresi?... Nasıl geldim buraya?
Anlayamıyorum... Ne oldu?
Yalnız mıyım?

Ona yanıt veren ses birinin sesi değildir. Yine bizzat kendi beyni içinde yankılanan bir sestir ama temsil ettiği duygu pek iyimser görünmemektedir. Mikael Akarfeldt pes perdeden:

Korku:Yüzüstü bırakıldın, herkes seni terketti.
Biliyorsun hep bu yoldaydın.
Bu çılgın yıllar boyunca ihmal ettiğin insanların,
Şimdi ödeşme zamanı geldi.
Yalnızsın.

Yalnız olduğunu duyduğu anda giren davullar ve gitar şarkının gidişatını bir anda değiştirir. Sertleşen müzik korkunun aniden ruhunu ele geçirdiğinin de habercisidir. Bu durum karşısında “Sağduyu” devreye girmekte gecikmeyecektir. Karşılıklı bir dialog başlar.

Kendisi: “Bu bir rüya mı, gerçek mi?”
Sağduyu: “Bazen rüyalar gerçeğe dönüşür.”
Kendisi: “Fakat ne hissettiğimi anlayamıyorum.”
Sağduyu: “Bu puslu havada sana yol göstereceğim.”
Kendisi: “Fakat siz de kimsiniz? Neden buradasınız?”
Sağduyu: “Ben senim ve sen hepimizsin.”
Kendisi: “Düşünemiyorum. Zaihnim açık değil.”
Sağduyu: “Bu labirentten seni çıkaracağım.”

Derken sırayla “Tutku” ve “Gurur” da söze karışırlar. Tutku adamın içini kavuran arzularından, gurur ise kolay teslim olmaması gerektiğinden sözeder. Yüksek perdeden söylenen bu kısımda bence tutkuyu seslendiren Irene Jansen’in sesi güçlü erkek vokallerin arasında biraz zayıf kalmış. Söz sırası “Aşk” a geldiğinde ise müzik birdenbire yavaşlar ve Heather Finley’in olağanüstü sesinden kahramanımızı cesaretlendirici sözler dökülür.

Aşk:Gözlerini kapa, kalbinin atışını dinle.
Yatıştırıcı vuruşlara kendini bırak,
Sakin ve tasasız sessizliğe.
İyi yada kötü. Doğru yada yanlış,
Yalnız değilsin.
Diğerlerinin zıttında beni bulacaksın.
Ben onların en güçlüsüyüm.
Seni saran bu duyguların içinde korkuya yer yok.
Düştüğünde seni tutmak için burada olacağım.
Yalnız değilsin!

Aşk kendi sözlerini bitirdiği anda müzik tekrar yükselir. Mükemmel bir klavye ve gitar solosunun ardından daha önce konuşan duygular kendi monologlarını tekrarlarlar.
Yalnızlık albümün 8.42 saniye ile en uzun parçası. Duygulara göre hızı ve temposu yükselip düşerek adeta kahramanımızın hislerini bize yansıtır. Ayrıca konunun anlaşılması açısından da anahtar öneme sahiptir.

3.Gün – “Acı” (10/10)
Albümün, son on yılın hatta tüm bir progressive müzik tarihinin en muhteşem parçalarından biri. Acı denen kavram, duygu her ne ise onun müzik aracılığıyla yansıtılması ancak bu kadar mümkün olabilir. Tabi burada bedensel bir acıdan değil, ruhun açmazlar karşısında hissettiği, bazen bizi olgunlaştıran bazen de deliliğe kadar sürükleyen soyut bir acıdan bahsediyoruz. Bence Lucassen bu parçada Acı’nın hemen ardından Öfke’yi konuşturarak insan psikolojisinin temelde ilişkili iki durumuna dair bir çözümleme yapmış durumda. Zira bu iki duygu birbirinin sonucu hatta tamamlayıcısı gibi düşünülebilir. Acı ve Öfke’yi seslendirmeleri için seçilen isimleri de ne kadar isabetli olduğunu parçayı dinlerken anlayabiliyorsunuz (Acı’yı Devon Graves, Öfke’yi de Devin Townsend seslendiriyor).
Parça ilerde tekinsiz bir şeylerin olacağını hissettiren duygusal bir elektro gitar ritmiyle açılıyor ve Acı dişlerini sıkarak, fırtına öncesi sessizliği andıran bir tonda sesleniyor.

Acı:Ben acıyım.
Gerçeğim, rüya değilim.
Boynunu çevreleyen zincirim,
Sana çığlık attıran.
Boyun eğ şimdi,
Bu acımasız oyunda ölümü yenemezsin.
Önünde eğil, Utançla indir yüzünü.
Ben acıyım.
Asla iyileşmeyen bir yarayım.
Bunların hepsi yararsız.
Uzlaşma yok, anlaşma da.

Acı ile karşılıklı konuşma başlar.

Kendisi: “Bunun bir son olduğuna inanamıyorum.”
Acı: “Bu senin taşa yazılmış (kaderin).
Kendisi: “Arkadaşlarım neredeler?”
Acı: “Sen hep yalnızdın!”

İşte bu noktada Acı “yalnızsın!” dediği anda Öfke de “acı!” diye bağırır. İnsanın tüylerini diken diken eden, hatta korkudan altına kaçırtan bir çığlıktır bu. Ben Devin Townsend’in vokalinin hiç bu kadar güçlü olduğunu görmemiştim. Söylentilere göre Lucassen bütün albümün söz ve müziğini kendi yazarken bu kısmın yazımını Townsend’e bırakmış. O da hakkını vermiş doğrusu.Sözü alan Öfke kendine yakışan korkunçlukta bir sesle devam eder.

Öfke:(Acı) içimizde öfke bıraktığında saklanırız.
Burada olmak, kabul görmek...Sakin bir akılla.
(Bu bir) gezgin yalan.Her zaman öfkeyle bekledim.
Her zaman kurtuluşumu bekledim.

Bu kısımda sözlerin arasıda belli belirsiz söylenen “Motion personified alpha” sözünün ne anlama geldiği konusu pek açık değil. Bunu Townsend’e de sormuşlar ancak o da buna açık bir cevap vermemiş. Lucassen de baştaki “motion”un aslında “emotion” olduğunu söylemiş. Öyle olsa bile gene de anlam muğlak.

Acı:Ben acıyım.
Ben sonum, senin hayaletinim.
Geriye hiçbirşey kalmaz,
Ben umudun ve inancım yitirilmesiyim.

Acı ile Öfke’nin karşılıklı atışmalarının arasında gidip gelirken araya hiç beklenmedik biri girer. Şarkı birdenbire akustik gitar, flüt ve keman ağırlıklı yumuşak bir melodiye dönüşür.

Aşk:Bunları kabul etmiyorum, bir yol bulacağız,
Ölüm ve dehşet çöplüğünden çıkmanın.
Bu hüznün ötesinde güzellik ve zerafet var.
Parlak bir geleceği kucaklayacağız.

Şarkı, Öfke’nin kendi repliğini tekrarlamasıyla sona erer. Hiç süphesiz “Acı” hem müzikal açıdan hem de bastırılmış duygularımızın ifadesi açısından bir başyapıt olarak kabul edilebilir. “Acı”yı dinlemek insan psikolojisi üzerine kalınca bir kitabı okumaktan daha yararlı gibi geliyor bana.

4. Gün – “Gizem” (7/10)
Pink Floydvari slide gitar ve ritim gitarla gayet hoş giren parça kaza üzerine kuşkularla ilgilidir. Günün en güneşli saatinde etrafta hiç araba falan yokken neden arabanın ağaca çarptığı hakkında arkadaşı ve karısı onun başında biraz da kafa karıştırıcı bir konuşma yapmaktadırlar.

Karısı: “Sence gördü mü?”
Arkadaşı: “Gördüğünü sanmıyorum.”
Karısı: “Sence biliyor mu?”
Arkadaşı: “Bildiğini sanmıyorum.”
Karısı: “Sence orada mıydı?”
Arkadaşı: “Olduğunu sanmıyorum.”
Karısı: “Sence ölecek mi?”
Arkadaşı: “Öleceğini sanmıyorum.”

Bir sonraki nakaratta arkadaşıyla karısının dialogları yer değiştirir. Soruları soran arkadaşı sanmayan karısıdır. Bu kısmı takip eden klavyeler Ayreon’un daha önceki bilimkurgu konseptli albümlerinin genel havasını hatırlatır ve böylece girişteki sakinlik yerini huzursuz bir havaya bırakır.Parçanın sonunda ise aynı diyalog Tutku ile Kendisi arasında tekrarlanır.

Tutku: “Gördüğünü düşünüyor musun?”
Kendisi: “Gördüğümü sanmıyorum.”
Tutku: “Bildiğini düşünüyor musun?”
Kendisi: “Bildiğimi sanmıyorum.”
Tutku: “Orada olduğunu düşünüyor musun?”
Kendisi: “Orada olduğumu sanmıyorum.”
Tutku: “Öleceğini düşünüyor musun?”
Kendisi: “Bilmiyorum!”

5.Gün – “Sesler” (8/10)
Led Zeppelin tarzı ritim gitarla açılan şarkı, keman ve flütün de girmesiyle biraz daha senfonikleşerek bir önceki şarkının huzursuz havasını bir nebze dağıtır. Anlaşılan kahramanımız tekrar kendi iç dünyasına dönmüş, etrafıyla ilgisi kopmuştur. Zaten şarkı boyunca Gurur, Sağduyu, Aşk ve Korku sırayla onu kendi taraflarına çekmek için çabalayacaklardır. Ancak bu konuşmalar pek içaçıcı değildir doğrusu.

Gurur:Sesler duyuyorum, senin hakkında konuşuyorlar.
Onları duyabiliyor musun? Ne ima ettiklerini anlayabiliyor musun?
Hatırlamaya çalış, neler geçti başından?
Ne biliyorsun? Ne gördün?
Onların düşünceleni duyabiliyorum.
O kadar güçlü ki, hissedebiliyor musun?
Söledikleri şeylerin doğru olduğuna inanamıyorum.
Bunu sana yapamazlar.

Kabul edemediği gerçeği Gurur yüzüne vurmaktadır. Sonra karşılıklı konuşma başlar. James LaBrie’nin sesi burada gerçekten inanılmaz çaresiz ve herşeyi kabullenmiş gibi çıkıyor.

Kendisi: “Fakat konuştukları şeyleri doğru anladımsa bile, bu ne demek oluyor?”
Gurur: “Çok endişelisin.”
Kendisi: “Aradığım soruların cevapları nedir? Neyi açıklayacaklar?”
Gurur: “Yeteneğini kaybediyorsun.”
Kendisi: “Yardım et. Bunlar benim için hiçbirşey ifade etmiyor.”

Burada durumu kabullenmek istemediği için mi yoksa fiziksel koşullarından dolayı artık bunun bir önemi kalmadığı için mi bu şekilde konuştuğu pek açık değildir. Derken birdenbire sert gitar ritimleri ve uzun soluklu klavyelerle doom-black metal gruplarının sounduna yakın bir müzikle Sağduyu konuşmaya başlar.

Sağduyu:Bu sesler de ne? Nereden geliyorlar?
Anlamaya çalışmalı mıyız?
(sesler) yalnızca ilüzyon mu? Halüsinasyon mu?
Planımız için çok önemli olabilirler.

Aşk:Sesler çok tanıdık geliyor, sana yardım etmek için burada olmalılar.
Sizi ayıran şey bütün bu karmaşa.
Sabırlı olmalısın, zaman herşeyi iyileştirir.
Kalbini aç ve girmelerine izin ver.

Mikael Akarfeldt aynı David Gilmour gibi vokal yaptığı bölümde gerçekten bazı Pink Floyd parçalarının bana hissettirdiği yüksek bir yerden düşme hissinin aynısın yaşadım. Üstelik bu hissin şarkı sözlerinde bile olduğunu sonradan farkettim.

Korku:Onların suçlu fısıldaşmalarının,
Bence hepsini anlıyorsun.
Bir zamanlar yaşamaktan korkardın.
Şimdi ölmekten korkuyorsun.
Seni aptal! Çok yükseğe çıktın, düşmeye mahkumsun.
Gerçekleri arzuluyorsun ama bir yalanı yaşadın.

Sağduyu:Şimdi ikna oldum, onlar özel.
(Onlar) buradan çıkış yolumuz.

Aşk:Dinle ve öğren, bırak kalbin sana yol göstersin.
Bir çıkış yolu bulacaksın.

Gurur:Eğer (söyledikleri) doğruysa savaşmak zorundasın.
Geleceğe bak ama geçmişten ders çıkar.
Tehlikelere göğüs ger, rakiplerinle yüzleş.
Derin bir nefes al, hızlı hareket etmek zorundayız.

Parça Gururla yaptığı konuşmayla sona erer. Aslında parçanın gerek estetik değerini gerek konsept içindeki konumunu yazıyı yazarken daha iyi anladım. Öteki parçaların hiçbirinde bu kadar çok karakter yok ve duygular arasındaki müzikal geçişler çok başarılı verilmiş.

6.Gün – “Çocukluk” (10/10)
Albümün bir çocuğun kalbi gibi en saf ve en yumuşak parçası. Sondaki gitar solosuna kadar bir klavye ve birkaç efektle çalınıyor. Koma halindeyken çocukluğa dönüş ve çocukluktaki acıları tekrar hatırlama hali. Bastırılmış duyguların ve ezilmiş kişiliğin ortaya çıkışı. Acının ve korkunun düeti. Ancak bu iki duygu bile incinmiş bir çocuğu daha fazla ürkütmek istemediklerinden yumuşacık bir tonda konuşuyorlar, asla seslerini yükseltmiyorlar ama anlattıkları şeyler mecburen kendileriyle ilgili. Harcanmış bir çocukluğun birinci elden tanıkları. Esaretin sebepleri ve birbirlerinin tamamlayıcıları.

Acı:Yatağında yalnızsın.
Dünyadan saklanarak, tavana gözlerini dikerek.

Kendisi:Annem “Yakında evde olacak” dedi.
Ama asla gelmedi. Onun ne hissettiğini anladım.

Çocukluktaki acıların ve öfkenin kaynağının babası olduğunu anlarız böylece. Baskın ve kötü bir karaktere karşı küçük çocuğun varolma mücadelesi kişisel gelişimini olumsuz yönde etkileyecektir.

Korku:Hep yüzüstü bırakıldın, asla “onun gibi” olamadın.
Hep seni kırdı, asla kazanmana izin vermedi.
Ne söylersen söyle seninle aynı fikirde olmadı.
Birgün söz verdin.
Ondan daha iyi olacağına...Birgün kazanacağına.

Acı:Mahzende saklanıyorsun.
Acılı ve mahçup, çürüklerle kaplı.

Kendisi:Oysa onun anneme söylediği:
Nasıl tökezleyip düşerek kendimi yaraladığım.
Nasıl hep bir kaybeden olduğum.

Korku bir önceki tiradını tekrarladıktan sonra o ana kadar bir çocuğun masumiyetini temsil eden nefesli bir çalgı tonundaki klavyelere eşlik etmeye başlayan flüt ve ritim gitar bir üst tona geçerek elektro gitarla karşılıklı olarak aynı melodiyi sırayla çalmaya başlar. Buradaki gitar ve klavye sololar tek kelimeyle muhteşem ve çocuğun içindeki fırtınaları yansıtmakta çok başarılı. Şarkı tekrar başlangıçtaki müzikal temaya döndüğünde artık söyleyecek fazla birşey kalmamıştır.

Acı:Yatağında yalnızsın.
Önemsemeyi nasıl öğrenebilirsin ki?
Kimse seni önemsemedi.

Kendisi:Annem yakında evde olacağını söyledi.
Ama o asla gelmedi. Buna mecbur da değildi.

Bu parçayı gerçekten çok seviyorum. Albümü ilk dinlediğimde de zaten ilk dikkatimi çeken parçalardan biriydi. Acı ve korkunun şevkatli tonları da şarkıyı daha bir ironik hale sokuyor.

7. Gün – “Umut” (10/10)
Bence bu albümün en başarılı tarafı anlattığı duyguyu müzikal olarak yansıtmadaki başarısı. Herhangi bir parçayı ismini bilmeden dinlediğinizde hangi duyguyla ilgili olduğunu tahmin edebilirsiniz. Umut da insanın içini mutlulukla dolduran bir melodiyle başlıyor. Eski, belki kapattığımız sandıkların bir köşesinde kalmış, unutulmaya yüz tutmuş ama bir şekilde var olduğunu bildiğimiz, tekrar ortaya çıkacağı günü beklediğimiz bir gölge gibi bizi takip eden bir umut.

Arkadaşı:Bırak seni geri götüreyim,
Kızların peşinden koştuğumuz zamanlara.
İki deli,
Kendilerini dünya zevklerine kaptırmış.
Görecek çok şey var, yaşanacak çok şey.
Cevaplanacak sorular, gidilecek yerler, olacak çok şey var, önemsenecek.
Derinlerde bir yerde, bildiğini düşünüyorum.
Özgürsün...Bana geri dön.
Kaldır kafanı ve gör.
Hala aşılmayı bekleyen o kadar sınır var ki.
Sadece sen ve ben.
Kaybettiğimiz zamanı telafi etmek için.

Parçanın sonunda bu çağrılara yanıt gelir ancak bunlar aynı derecede umut dolu değildir.

Arkadaşı:Bana geri dön!
Kendisi:Çıkış yolu yok, bütün dünya kapkara!
Çığlık atmaya çalışıyorum, birşey beni engelliyor!

Parçada dikkat çekici bir nokta da Arjen Lucassen’in vokalleri. Bence bu kadar kaliteli vokalistin arasında üstlendiği rolün altından gayet başarıyla kalkmış.

8.Gün – “Okul” (10/10)
Bu parçada da bilinçaltının derinliklerinde dolaşmaya devam ediyoruz. Sorunlu çocukluk yıllarının bıraktığı izler peşimizi bırakacak gibi de görünmüyor. Aile içinde bir baba figürünün eksikliği yada eksik olmadığı zamanlarda da şiddete olan yatkınlığıyla birlikte ezici ve baskın karakteri kahramanımızın okul yıllarında da diğer bireylerle ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir.

Korku:Saklandığın kabuktan çıkma zamanı.
En derin korkularınla yüzleş.
Bütün dünya sana karşı.
Gözyaşlarına dönmek için çabalıyorsun.

Kendisi:Bütün çocuklar beni seyrederken,
Çok küçük hissediyordum.
Gülüşmelerini duyabiliyordum,
Bahçede tökezleyip düştüğümde.

Şarkının bir sertleşip bir yumuşayan temposunda Öfke’nin sırası gelince devreye giren “distorsion”lu gitarlar ve Devin Townsend’in korkunç ve bir o kadar da muhteşem vokali sayesinde parça tam bir progressive metal klasiği kimliğine bürünüyor. Burada Öfke’nin söylediklerini çeviremedim ama İngilizcesini yazıyorum. Belki biri bana yardım eder.


Şarkının nakaratı sayılabilecek bu “öfkeli” kısım diğer duyguların arasına sık sık girer. Arada da Gurur ve Sağduyu albümün en operatik atışmasını yaparlar.

Gurur: “Diğerleri gibi olmadığını kanıtlamak zorundasın.”
Sağduyu: “En iyi olduğunu biliyorsan buna gerek yok.”
Gurur: “Bu yeterli değil, bırak diğerleri de öğrensin.”
Sağduyu: “Ne faydası var, bırak akıp gitsin.”
Gurur: “Adam ol, nefretini göster.”
Sağduyu: “Daha iyisi iletişim kurmayı öğren.”
Gurur: “En iyisi kendini korumayı öğren.”
Sağduyu: “Bu cehennemden çıkmanın yolu bu değil.”
Gurur: “Şu çocuğa bak, yüzündeki gülümsemeyi seyret.”
Sağduyu: “O da senin gibi dışlanmış hissediyor.”
Gurur: “İyi de banane, ona patronun kim olduğunu göster.”

Bu kadar laf kalabalığından sonra Tutku’nun da söyleyecek bir çift lafı vardır ama adamın durumu karşısında bence pek uygun düşen laflar değil bunlar. İyimserlik de bir yere kadar.

Tutku:Beynini zehirleme, bırak (düşünceler) gitsin.
Anın tadına var ve kanının aktığını hisset.

Böylece anlarız ki babasının baskısı ve okul yıllarından kalma ezilmişlik duygusu adamımızı kararlı bir birey yapmış ancak derinlerdeki travma onu özellikle karmaşık durumlar karşısında zayıf kalmasına neden olmuştur. Tıpkı kazadan sonra hayatta kalmak için mücadele edip etmeyeceğine karar verememesi gibi. Ama duygular yalan söylemez. İyi yada kötü en güvenilir haberleri bir şekilde onlardan alırız, değil mi?
Albümde rock-opera kalıplarına en fazla uyan şarkı “Okul”. Gerek klasik orkestrasyon ögelerinin yoğun kullanımı, gerek özellikle Gurur ve Sağduyu arasındaki karşılıklı diyaloğun uzunluğu ve biçimi bu durumun açık belirtileri olarak görülebilir.

9.Gün – “Oyunalanı” (10/10)
2 dakikanın biraz üzerinde enstrümental bir parça. Girişte panayır yerlerini yada sirkleri hatırlatan klavyeler çocukluk ve oyun duygusunu çok iyi veriyor. Daha sonra ritim gitar ve flüt ile duygusal bir tonda aynı melodinin değişik bir versiyonuyla devam ederken sona doğru elektro gitar parçaya biraz daha coşku katıyor ve akılda kalan hoş bir sada oluyor.Özellikle benim kuşağım pazar sabahları TRT de gösterilen sirk programlarını kaçırmazlardı sanırım. Tehlikeli gösterileri izlerken hem o insanların bunlara alışık olduğunu, önlemler alındığı için başlarına birşey gelmeyeceğini bilir ama gene de heyecanlanmaktan kendimizi alamazdık. Cocukluğun saflığı da burada gizli sanırım. Bilmek bile heyecanı azaltmıyor.

10.Gün – “Hatıralar” (10/10)
Hareketsizliğe mahkum bir insanın çaresizliğini anlamak mümkün değil. Bu kapkaranlık, korkunç sıkışmışlığın ortasında birşey yapamamak, yardım bile isteyememek, sadece düşüncelerle varolmak, sanki bir zamanlar var olduğunu kanıtlamak istercesine hatıralara sarılmak, yaşadığın acılar için gözyaşı bile dökememek... Bizler için sadece bir şarkı sözü olan şeyler maalesef birilerinin gerçekliği. Güzel anılar onları avutur mu yoksa daha çok mu acı çekmelerine neden olur bilemiyorum ancak bu hikayede en yakın Arkadaşı ve Karısı “O”nun hayata tutunabilmesi için güzel anları hatırlamasının en doğru yol olduğunu düşünüyorlar.

Arkadaş:On gün oldu.
Bu kadar uzun sürmemeliydi.
Doktorlar da şaşırdılar,
Fiziksel olarak bir sorun yokmuş.

Karısı:Fakat belki de kafasının içinde,
Yaşam mücadelesi veriyordur.
Onunla konuşsak yararı olur mu?
Onu geri getirmek için.

Burada şarkının kederli havası biraz sonra anlatılacakların etkisiyle birdenbire yerini neşeli bir melodiye bırakır. Anlatıcılar da anlattıklarının etkisiyle kendi üzerlerindeki sıkıntıyı biraz olsun atar gibi olurlar. Arkadaşına Gurur, Karısına da Aşk eşlik eder. Buradaki klavyeli çalgılar ve gitarı gerçekten çok seviyorum. İnsana yaşama sevinci veriyorlar.

Arkadaş ve Gurur:Hatırlıyor musun o zamanı?
Gösterişli yeni bisikletimizle hava atardık.
Karısı ve Aşk:Harika görünüyordunuz,
İkinizde yere kapaklanıp ağlayana kadar.
Arkadaş ve Gurur:O günü anımsıyor musun?
Korkusuzca en yüksek tepeye tırmanmıştık.
Karısı ve Aşk:Sonrada aşağı inmeye korkup,Saatlerce yukarıda kalmıştınız.
O zamanı anımsıyor musun?
En sonunda yalnız ve çıplak kalmıştık ateşin başında.
Arkadaş ve Gurur:Derken bütün arkadaşların gelip,
Odaya doluştular ve saklanacak zamanınız yoktu.
Karısı ve Aşk:O günü anımsıyor musun?
Bana teklif etmek için dizlerinin üzerine çökmüştün.
Arkadaşı ve Gurur:Ne diyeceğini bilemediğinden,
O da dizlerinin üzerine çökmüştü anahtarını kaybettiğini düşündüğü için.

Bu neşeli hatıralar bir an için gerçeklikten kurtarsa da tekrar beynin içindeki zifiri karanlığa dönmek kaçınılmaz bir sondur. Şarkının sonunda Tutku ve Sağduyu’nun da söyleyecek bir çift sözü vardır.

Tutku:Onun (karısının) ışığını görebiliyor musun?
Karanlığa doğru parlayan.
Sana ulaşmaya çalışıyor,
Seni geri tutan nedir?

Sağduyu:Onun sıcaklığını hissedebiliyor musun?
Tenini ısıtan.
Anılarını gemleme,
Bırak hepsini içinde.

Ortada dönen birşeyler vardır ancak Arkadaşının ve Karısının onu hayata geri döndürebilmek için çabalamalarını gördükçe işin sandığımız gibi olmayabileceğinin hissetmeye başlarız.Bu parçada Marcelo Bovio (Karısı) ve muhteşem Mostly Autumn’dan tanıdığımız Heather Findlay’in (Aşk) sesleri gerçekten mükemmel. İkisi birlikte söyleyince de tadından yenmiyor. Sanırım bu tür ses tonları sadece kuzeylilerde görülüyor.

11.Gün – “Aşk” (9/10)
Geldik albümün ilk diskinin son parçasına. Bu parça aynı zamanda albümün yayınlanan ilk “single”ı. Adından da anlaşılacağı üzere sonuçta bir aşk şarkısı ancak bütün bir albüm içinde anlamlandırabileceğimiz bir konuma sahip kuşkusuz. Komadaki adamın karısıyla olan ilişkisinin başlangıcından bahsediyor. Tabii kafasının içinde ona seslenip duran duyguların da yorumlarıyla beraber. Kazayı hatırlatan kısa bir girişin ardından:

Aşk:Bütün bu adamların arasında “O”nun istediği sensin.
Gizlice kalbi tutuşuyor.
Gelip onu dansa kaldırmanı bekliyor.
Haydi git! Göster kendini, bu senin şansın.

Tutku:Doğrusunu yap, bütün gece bekleyemeyiz.
Şimdi yap, bence nasıl olacağını biliyorsun.

Gurur:Bırak (aşkın) çıksın, şimdi mahfetme herşeyi.
Bırak “O” içine dolsun, izin ver parti başlasın.

Aşk:Kalbi seni gördüğünde delice çarpıyor.
Müzik azalıyor, kalabalık kayboluyor.
Sen yanından geçerken sessizce gözyaşı döküyor.
Ve merak ediyor: “Neden?”

Öfke:Babanı hatırla, O da senin gibiydi.
İçinde hiddet ve şiddetten başka birşey yoktu.
Anneni hatırla, yalnız ve acılı.
Bu onun da kaderi olacak, kötü davranmaya devam edersen.

Korku:Seni reddetmesinden korkuyorsun.
Bütün umutlarının yerle bir olmasından.
Hiçkimse seni sevmedi, sevmeyecek te.
Neden denemeye devam ediyorsun....Hala...

Karısı:Konuşmaya ihtiyacımız yoktu.
Sadece beraber yürümeye başladık.
Ve dansettik, dansettik, dansettik...

Albümün ilk yarısını dinlemeyi bitirdiğiniz anda müziğin güzelliğinden sarhoş olduğunuzu ve anlatılan hikayenin sizi sarstığını hissediyorsunuz. Bu güzelliğin formülünü ben melezlikle açıklayabiliyorum. Nasıl ki türlerin gelişiminde önemli bir etken melezleme ise aynı formülü müziğe uygulayan Lucassen de bence başarıya ulaşmış. Ayreon albümleri Progressive Metal olarak sınıflanmasına rağmen aslında bu tanımın çok üzerinde adeta kategoriler arası bir konuma sahip diyebiliriz. Lucassen 70’lerin başında (Yes, Genesis, Jethro Tull, Mody Blues gibi guruplarla) doğan ve bugün artık geleneksel olarak kabul edebileceğimiz progressive köklerden beslenerek, gerektiğinde onları taklit etmekten hiç çekinmeden 21. yüzyılın müziğini yaratmayı, bayrağı bir adım ileri taşımayı başarıyor. Müzikal anlamda en cesur, dahice, çeşitli, enerjik, akılda kalıcı ve bağımlılık yaratan bir progressive opera klasikleri arasında yerini alıyor. Dinlemeyen kendine yazık ediyor.Hikayenin ikinci bölümü için biraz beklemeniz gerekecek zira birinci bölüm beni epeyce uğraştırdı. Belki de yazmam bilemiyorum albümü alıp dinleyin diye. Aşağıdaki linkte “Love” şarkısının eşliğinde albümün kısa bir tanıtım videosu var:
http://www.youtube.com/watch?v=YTSt58Xelz8

Hiç yorum yok: